Müsəlman ərəblərə qarşı savaşan Tanrıçı Türgişlər - 2-ci yazı

15-09-2017, 13:44           
Müsəlman ərəblərə qarşı savaşan Tanrıçı Türgişlər - 2-ci yazı
Əvvəli burda: http://teref.az/kose/63175-muselman-ereblere-qarshi-savashan-tanrichi-turgishler-1-yazi.html

Türklerin yabancıların kullanmadığı bir yaygın silahı da kementleriydi, ağır zırhlar ve çeşitli araçlar böylece etkisiz hale getirilirdi.

Sulu Çor Önderliğinde Türkeş Devleti

Kapgan Kağanın tüm seferleri ile uslanmaz Türgiş boyları, İki Irmak Arası bölgesine daha da şiddetli bir şekilde bir araya gelmeye başlamıştı. Seferler hafızalardan silinmese de, coğrafi yakınlığı elde eden Boylar, Kiu-Pi-Şe boyunun Önderi Sulu‘nun çevresinde birleşmeye ve ona yakınlık bildirmeye başladılar. Görülüyor ki, Boylar Dizgesinde, kendisini daha önceki Soko Kağan ve Uçele Kağan dönemindeki gibi gösteren bir teşkilatçı ve güven veren yapıya sahipti yoksa Kapgan Kağanın, Kültigin ve Bilgenin seferlerinin hafızası 2 buçuk yıl ötede dururken, bir kişinin etrafında yeniden böyle cesurca birleşmek mümkün olmayabilirdi. Talas Irmağının çevresindeki Taraz Şehrinde kendi halkıyla birlikte bulunan Sulu, sadece Çor unvanına sahipti ancak çok geçmeden Türgişlerin en yüce unvanına doğru uzanan ve İslamiyetin Türkistana girmesine engel olacak bir askeri seferler silsilesini başlatarak, Türklerin ve Ötüken Kutsallarının önünde kalkan olacaktı. Liu-mau-tsai, Die Chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Türken adlı eserinde, Sulu Çor’un bu dönemde 200.000 kişilik bir Bozkır Ordusuna sahip olduğunu ifade etmektedir. Kapgan Kağan’ın 716 yılındaki ölümünden kısa bir süre sonra Tegin (Prens) unvanını aldı. 716 yılının Ağustos ayında da Kağanlığını ilan etti. Göktürklere bağlı kalmak istemeyen On-Ok boyları, bir bir gelerek ona bağlılık bildirdiler, isyan yeniden başlamıştı. İsyanın büyümesi ve başarıya ulaşması için Çin Devletleri yeniden askeri desteğini esirgememişti. Bu sırada ise Bilge Kağan (716-734) yönetimi yeni başlamıştı. Karışıklık içinde bulunan Göktürk Devletinin durumundan sıkılan bazı boylar da Türgiş bölgesine gelerek onlara bağlılık bildirdi. Bilge Kağan bu dönemde Türgiş Devletinin yönetimini doğrudan devralmadı, onun yerine politik olarak onlardan açıkça söylenmeyen üstünlüğünü sürdürdü, böylece mevcut tehlikelere karşı gereksiz savaşların kısmen önüne geçilmiş oldu, hem de eski dizge, yeni bir kılıfla sürdürüldü. Sulu Kağan zeki bir politikacıydı. Bilge Kağan’ın oğlu ile kızını evlendirdi ve bu dönemde Çin Devletlerinin en büyük düşmanlarından olan Tibet Kralının da kızı ile evlendi. Böylece Göktürklerle ve Tibetlilerle müttefik haline gelerek sadece Çin Devletlerine yönelik meseleleri halletmek istedi. Göktürklere karşı Türgişleri destekleyen Çin, fark etmeden Sulu Kağan gibi bir tehlikeyi yaratmıştı.



Bahsettiğimiz Kurultaya dayalı ve birliğin asla bozulmadığı, önemli olanın Hanedanların, Kağanların değil denetleme yetkisine sahip Ulusun olduğu Kurultay Dizgesi ya da Töre önemi ise burada bir kez daha karşımıza çıkmaktadır, anlamsız Kağanlık savaşları arasında kaybedilen Ulusal çıkarlar, müttefiklik ilişkileri ve önce dışarıdaki düşmanlara karşı alınan önlemlerle geri alınacaktı ancak Çin, zekice politikasını sürdürecekti, bu sefer de Aşina Soyundan farklı Tiginleri, ordularla ve çeşitli boyların Ulusal çıkarlardan çok kendi çıkarlarını önemseyen ve memnun olmayan oymaklarıyla silahlandırarak Türgişlerin üstüne gönderecekti ancak burada “Coğrafyaya Dair Notumuz” unutulmamalıdır. Türgişler-Göktürkler bu dönemde müttefik olsalar da Çin’deki Türk Devletleri bu ittifaka katılmamış aksine Türgişlere karşı tekrar Hanedanlığa dayalı güç arzusundan ortaya çıkan savaşları sürdürmüştür.

Tibetlilerle ve Göktürklerle müttefik olan Türgişler, Çin ile önceden beri gelen sınır sorunlarına eğilecekti. Bu bölgede, güneyde Çin Devletlerinden bazılarının kurduğu 4 Garnizonluk denen bölge mevcuttu. Bu garnizonluk, tam olarak İpek yolunun üstündeydi ve Türk Devletlerinin ticaretine zarar veriyordu. Sulu Kağan ilk olarak bu sorunu çözmek istedi. Yakarık Şehri (Dua Eden Şehir) ve Aksu Şehirlerini kuşatarak Sulu Kağan, 717 senesinde Dört Garnizonluk Seferine çıktı. Tibet Krallığı ile Çin arasındaki savaş da sürüyordu, Tibet şiddetli saldırılarla Çin Devletlerini bu sırada yeteri düzeyde meşgul etmekteydi.

Bu durum karşısında dayanamayacağını gören Çin Diplomatları daha zekice bir yol izleyerek kendi ülkelerinde bulunan Aşina Hien ile üç Karluk (Özbek-Oğuz-Kıpçak Karması Boylar) boylarından oluşan bir ordu gönderdi. Aşina Hien ve Ordusu, Sou-Lou Kağan‘a karşı bir başarı sağlayamadı, bu yüzden Çin, ikinci yolu olan göz boyamaya başvurdu. Sulu Kağan’a pek çok prenses, altın ve askeri unvanlarla yanında çalışmasını önerdiği diplomatlar gönderdi fakat Sulu Kağan üstünde bu kadar durmamızın da nedeni olan kararlılığı kendisini gösterdi, dış politikasından vazgeçmeyerek 4 Garnizonluk bölgesini ele geçirmek için saldırılarını sürdürdü.719 yılında Tokmak şehri, Çin’in elinden geri alındı, içinden İpek yolu geçen Tokmak şehri ile birlikte, İpek yolunun denetimi de Türgişlerin eline geçmiş oluyordu.



Bu dönemde Çin ve Göktürk ilişkileri de Tibet ve Türgiş ilişkileri gibi durağandı, Çin hem Türgişler hem de Tibet ile savaşırken, üçüncü bir düşman daha edinmeyi hele ki tüm politikalarının işe yaramadığı Sulu Kağan karşısındayken edinmek istemiyordu. Göktürklerin de Türgişler ile müttefik olması onu korkutan durumlardan birisi olduğu için kaybettikleri savaşı daha fazla sürdürmek istemediler ve 722 yılında kendilerine Göktürk İç Savaşından kaçarak sığınan Göktürk Tiginlerinden Aşina Hoai-Tao’nun kızına Prenses unvanı vererek Türgiş Kağanına gönderdi. Burada ilgi çekici olan Aşina Soyunun genişliği ile birlikte, Çindeki Devletlerin bir Aşinaya kendi tahtını da bağlayabilecek Prenses unvanını verebilmesidir. Buradan da Çin’den gelen hediyelerin Çin’deki bir Türk Devletinden geldiği varsayılabilir, bölgedeki Tunguz, Tuyuhun, Şato ya da Sien-Piler gibi çeşitli zamanlara yayılmış Bozkır Halklarının varlığı Hanlar, Mandarinler kadar etkin olduğu için yazıtlardan ve kaynaklardan aktarıldığı kadarıyla da Aşina Soyunu kendi tahtları ile bağdaştırarak bunu bir güç etkeni olarak Türgiş Kağanına göndermeleri, özlerinde aynı olduklarını vurgulayarak bu yüce soyun devamıyla müttefiklik kurmak istediklerini yansıtıyor olabilir.

Çin Devletlerinin bu temaslarla artık kendisi için tehlike olamayacağını anlayan Türgiş Kağanı Sulu Kağan bundan sonrasında farklı bir tehlikeyle uğraşmak zorunda kaldı. Ülkesin batısında, Hu Halklarından olan Araplar, yeni bir din kurmuşlar ve bunu acımasızca yağmaları köle ticaretine dönüştürerek, Budistlik, Zerdüştlük ve çeşitli Tengrici toplulukları eriterek yaymaya çalışıyordu.

Müslüman Araplara karşı Türgişlerden Neden Yardım İsteniyordu?

İki Irmak Arasında bu dönemde bölgesel şehir devletleri ve bağımsız boylar yaşamaktaydı. Bu bölgedeki topluluklar aralıksız olarak Türgiş Kağanından Arap istilasına karşı yardım istemekteydi. Emevi Devleti, İslamiyeti İran’a dahi henüz tamamen yayamamışken daha da doğuya ağır katliamlarla dinlerini yayma kararı almıştı, bu yüzden Kuteybe, karargahını Merv’den Taşkent’e taşımıştı. Sadece Merv ve Semerkant şehirlerinde Türklere ve Farslara yapılan katliamlar Arap Tarihçi ve Şair Taberi bütün Horasan’dan sadece Merv’deki kadar dahi ganimet toplayamadıklarını anlatır. Buhara Kuşatması sonrası ise ilk Türk Katliamı yaşanır, Talkan ve Curcan katliamları da bu dönemde bütün bu vahşeti arttırarak yankı yankı Doğuya doğru sürdürür.

Arap Şairi Kaah El Aşkari şiirlerinde katliamları şöyle anlatmaktaydı;



“Kazah ve Facfac önlerinde öldürdüğünüz, korkudan birbirine sarılmış zavallı Türklerin titrediği geceleri hatırlayın. Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binemeyecek çocuklar kaldı. Binenleri de o hırçın atların sırtında yük gibiydiler.”
Bu dönemde Haerzm İsyanı gibi İslamiyete karşı çıkan isyanlar da vardır, bölgedeki Vali Caygan da bu isyan sırasında öldürülür, bunun üstüne Kuteybe Harezm’i bir kez daha yağmalar ve yakar yıkar.

Bir başka Arap Şairi Taberi anlattığı olaylardan birisinde Abdurrahman Bin Muslim‘in sadece bir sefer sonunda ona 4000 köle ile geldiğini aktarıyor. İslam Tarihi ve Türkler eserinde Prof. Dr. Ziya Kitapçı, bu 4000 kölenin, Kuteybe’nin 1000’i sağına, 1000’i soluna ve 1000’i önüne ile arkasına dizilerek, etrafı cesetlerle doldurulacak şekilde öldürüldüğünü Taberi’nin aktarımından anlatır.


Arap Katliamları Sonrası Semerkant.

Semerkant’ta ise Gürek isminde bir Bey hakimdir, kuşatmaya dayanamayarak her yıl 2.200.000 altın ödemeyi ve bir defaya mahsus olarak 30.000 Türk’ü esir vermeyi kabul eder. Şehirde cami yapılması, Tapınaklardaki mücevherlerin ve şehirdeki tüm silahların toplanması da şartlar arasındadır. Bu sırada Kafkaslarda da durum farklı değildir, Curcan ve Dağıstan 300.000 altın ödeyerek savaşmadan teslim olur. Taberistan Meliki İsfehbed, Deylem Melikinden yardım isteyerek savaşmak ister, Curcan Halkı da ayaklanarak Esad Bin Abdullah komutasındaki askerleri imha eder, buna öfkelenen Emevi Komutanları, Curcan Şehrini ve halkını tamamen yok ederler. Curcan katliam öncesindeki kuşatmaya sadece 7 ay dayanabilmiştir. Şehrin kıyısındaki Enderiz nehrinde yaşanan katliam, Arap Kaynaklarında da geçtiğine göre Talkan Katliamındaki gibi 40.000 Türk’ü kapsar, kadınlar ve kız çocukları ise cariye yapılır. Yıl bu sırada 716’dır yani Sulu Kağan’ın tahta çıktığı yıldır, işte bu durum içerisinde neden Kıpçak Şehirlerinden yani Kafkasyadan ve İki Irmak Arasındaki Türk Şehirlerinden aralıksız olarak yardım çağrısı gelmektedir, anlayabilirsiniz.

Konuyu daha iyi açıklayabilmek için aşağıya Taberi’nin Tarih-i Taberi Kitabından ufak bir kaç alıntı bırakıyoruz.



“Her kim Türklerden bir baş getirirse 100 dirhem vereceğim, Şimdi Müslümanlar, bir Türk başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar. Türkleri dağıtıp hesapsız kıldılar. Mübalağa ile dönüp gene Merv’e girdiler.”

“Yaz gelince Kuteybe, Horasan şehirlerine nameler gönderip, asker topladı. Sonra göçüp Talkan’a vardı. Şehrek denen adam Neyzek ile müttefik idi. (Neyzek ve Şehrek, Müslümanlara karşı savaşan Türk Beyleriydi.) Kuteybenin geldiğini işitince kaçtı. Kuteybe Talkana girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Orada hesapsız adam öldürüldü.”

“Riayed ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan ceviz ağaçlarına da cesetler asılmış idi. Oradan götü, Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik de kaçtı. İki oğlunu tutuklatan Kuteybe, şehrin beylerini itaat ettirdi.”

“Kuteybe dedi ki; Vallahi, ömrüm üç söz söyleyecek kadar kısa olsaydı, Uktülühü, Uktülühü ve Uktülühü derdim. (Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün) Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki birisi Osman diğeri Soldu ve yine kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler. Hepsi 700 adam idi. Buyurdu, başlarını kesip, Haccac’a göndereler.”

“Ganimet malının 5/1’ini Haccac’a gönderek Semerkant’ın fethini ilan etti. Haccac da bu habere çok sevindi. Kuteybe tekrar Merv’e döndü. Kardeşi Abdullah’ı (Abdullah Bin Muslim) Semerkant’a emir yaptı. Askerlerinin bir miktarını ona bıraktı ve lüzumu kadar harp aleti verdi, Abdullah’a dedi: Semerkant’a kafirleri sokma ancak ellerine bir parça balçık ve üstüne de mühür vur.”
Yukarıdaki sözler, Taberi’nin Tarih-i Taberi eserinin Cilt 3’ündeki 343 ve 353 arasından alıntıdır. Araplar, büyük İmparatorluklar idare etmeye alışık değildi bu yüzden bu genişleme ile 716 yılından sonrasında kendi iç mücadelelerine çekilecek ve bir süre sonra da Türkler tarafından fetholunacaklardı, Ibn-ı Haldun El Mukaddimesinde bu fethi “Türkün istemediği Halife de olamıyor.” diyerek özetlerdi. Diğer bir konu olarak günümüzde bazı Pozitivist İslam Bilginleri, geleneğine aykırı olarak, İslam Peygamberinin yaptığı Beni Kureyza katliamını dahi gizlemeye kalkmaktadır, yukarıda bahsi geçen ve Arapların hep övündüğü katliamlar, İslam ananesinin teşkil ettiği fetih uygulamalarından azı ya da fazlası değildi, aynı süreçleri Farslar, Afrikalılar da geçirmişti, yegane fark ise Türklerin bu katliam kültürüne karşı durarak, İslamiyeti zorla kabul ettirme çabalarını kısmen nafile çıkartarak, İslamiyeti de tarih içinde bir güç aracı olarak diğer dinler gibi kullanıp, kendi Tengrici geleneklerini sürdürmeleriydi. (Bu konu için Prof. Dr. Abdülkadir Baki İnan’ın Türkler Eseri önerimizdir, Türklerin var olduğundan beri Tengrici inanışlarını hangi dine inanırlarsa inansınlar onun içine yedirerek sürdürdüklerini görebilirsiniz.)

Türklerin, Müslümanlara karşı verdikleri savaşlarda ve bu savaşların giriş safhasında da çeşitli bölgesel Türk boyları ile şehirlerinin ne hallerde olduğunu Arap kaynaklarından aktardıktan sonra, Sulu Kağan’ın verdiği Kutlu Savaşı anlatabiliriz.

Müslümanlara Karşı Türklerin Verdiği Savaşta Sulu Kağan’ın Stratejileri

Karargahını daha da ilerideki bölgeleri hedef almak için Merv’den Taşkent’e taşıyan Kuteybe Bin Muslim, Türgiş Kağanı için de artık tehlike oluşturuyordu, yaşanan katliamlar sonrasında kendi bölgesine göçler gelen Türgişler de bu nüfusu daha iyi Ordular ve gelirler oluşturmak için de kullanarak hazırlıklar yapıyordu. İyi bir stratejist olan Kuteybe, buradan yola çıkarak Kaşgar gibi zengin şehirlerden de yola çıkarak İç Asyayı ele geçirmek istiyordu ancak Kuteybe bazılarına göre şaibeli bir şekilde 715 yılında öldü, bu yüzden de kendisinin kurduğu sistem sekteye uğradığı gibi bölge halklarının olağanca nefreti de Arapların üstüne daha da sert şekilde yansımaya başladı, bölgeyi idare etmekte zorlanan tüm Arap Valileri ya değiştiriliyor ya da değiştirileceğini anlayıp isyan ediyordu. Bazı tarihçilere göre Müslümanların, İran-Ön Asya ve Batı İç Asyadaki başarısızlığı mahalli ve bölgesel Boylar ile şehirleri yöneten Tiginlerin, Prenslerin, Meliklerin İslamiyet’e boyun eğmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Buradaki savaşlarda, Bacı Bey gibi kadın önderler ve Neyzek gibi yerel Tiginler, Müslüman Araplara karşı verdiği savaşlarla hem ongulaşmış hem de Türgişlerin işini fazlasıyla kolaylaştırmıştır. Sulu Kağan etkeni de devreye girince Araplar için işler iyice kötü bir hal almıştır çünkü ilk kez karşılarına bölgesel olmayan bir Türk Devleti ve Ordusu doğruca Kağanı ile çıkmaktadır.

Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde 717-720 yıllarını kapsayan ve İki Irmak arasında sarsılan Müslüman egemenliğini sağlamlaştıracak bazı seferler düzenledi. Horasan Valisi El Cerrah Bin Abdullah 717-718 yıllarında da Seyhun’un doğusuna bir sefer düzenledi ancak yardımcısı olan Abdullah Bin Mamer El Yeksuri’nin ordusu, coğrafyayı bilmemeleri ve Bozkır Ordularına aşina olmamaları nedeni ile Türgiş Ordusu tarafından pusuya düşürüldü. Canını ancak ödediği fidye ile kurtarabildi. Müslümanlar, Türkeş Devleti karşısında aldığı bu ilk yenilgi ile Zerdüştlerin, Budistlerin, Hristiyanların ve Tengricilerin isyanlarıyla karşı karşıya kaldı, Türgişlerin kolayca çekilmeyeceğini anlayarak politik hamleler ile Çin’e elçiler göndererek, arka cepheden bir sefer başlatmak istedilerse de Çin bu sırada Tibetlilerle fazlası ile meşguldü ayrıca Sulu Kağan zaten aynı dönem içerisinde makalenin öncesinde de anlattığımız gibi 4 Garnizon Bölgesine de sefer düzenleyerek Çin Ordularını dağıtmaktaydı.

El Cerrah‘ın rezil yenilgisi sonrasında Halife Ömer yeni bir vali seçti, adı Abdurrahman Bin Nuaym el Gamidi‘ydi. 718 ve 720 yılları arasında görev yaptı. Soğdlular, İslamiyetin zulmüne daha fazla dayanamayarak isyan ettiğinde Türkler de onlara destek oldu, bölgeye Başbuğlarından Kül Çur‘u gönderdi, İslam kaynakları kendisine Kursul demektedir. İsyanın büyüdüğünü ve tüm eyalete yayıldığını gören Horasan Valisi Said bin Abdülaziz (720-721) çevreden bulabildiği gönüllüleri ordusuna almaya başladı. Bahile Sarayı çevresinde yani Semerkant yakınlarında yaşanan savaşta Kafesoğlu’nun Türk Milli Kültürü eserinde de belirttiği üzere üstün stratejik ve teknik süvari harekatıyla Araplar ağır bir yenilgi aldı. Eyaletlerindeki isyanlar böylece daha da alevlenmişti.

Göktürk Yazıtları
Türkeş-Emevi savaşlarında yeni vali artık Said El Haraşi idi. Sadece 1 yıl görevde kaldı, isyan eden halkın önemli bir kısmını 722 yılında Hocend bölgesinde teslim olmak zorunda bıraktı. Bu bölgede ise bir başka Müslümanlara özgü katliam tekerrür etti. Sadece parası olan 400 kadar tüccarın mal ve mülkünü diyet olarak alıp geri kalan halkı kılıçtan geçirdi. Halktan canlarını kurtaranlar Türgişlere sığındılar, burada Budist, Zerdüşt, Hristiyan, Tengrici, Maniheist herkesin doğruca Müslümanlardan kaçarak Türklere sığınması da Türklerin dini hoşgörüsüne bir örnektir, gene aynı şekilde ileride İran’ı fethedecek olan İlhanlılar döneminde de İslami zulmün bitmesi ile tüm dinler yeniden barış içinde yaşıyor olacaktı, Türklerin Laik yani dinlere eşit yaklaşan kültürü Cengiz Kanunlarında, dinlerin zorlanmasını yasaklayan cümleleri ile daha da somut şekilde karşımıza tarihin bölümlerinde çıkmaktadır.

Hocend Katliamı sonrasında eyaletteki isyanlar durmadı, panik bütün toplumu ele geçiriyordu, Halife Hişam, Said El Haraşi‘yi başarısızlığı yüzünden görevden aldı, yerine yeni vali olarak Muslim bin Said el Kilabi getirildi. 722 ve 724 yılları arasında görev yaptı. 722 Yılında, belirttiğimiz gibi Çin yenilgiyi kabul etmişti, böylece Sulu Kağan da batıdaki sorunlarla daha iyi ilgilenebileceği yıllara kavuşmuş oldu. Arap Ordusunda, yeni Vali göreve başlayana kadar Yemenli Araplardan oluşan ordular Türkler tarafından dağıtılmıştı. Müslim komutasındaki Müslüman ordusu Fergana Vadisinde ilerlerken adı giderek meşhurlaşan Sulu Kağan‘ı doğruca karşılarında buldu. Korkan Arap Ordusu çekiliş kararı aldı ve 11 gün boyunca ağır bir yürüyüşe maruz kaldı, tüm yüklerini ganimet olarak bırakmamak için yaktılar, dönüş yolunda perişan halde iken bölgesel halkın oluşturduğu kuvvetlerce kıstırıldılar. Seyhun’a dahi ulaşamadan kuşatma altına alınmışlardı. İki ateş arasındaki Müslüman ordusu, zor bela Semerkant’a çekilmişti ancak sığındıkları şehrin halkı da onlara düşmandı, her yandan kuşatılmış bir acziyetin ortasındaydılar.

Çinlilerin temsili Türk Kağanı betimlemesi.

Türgişler son başarısı ile savunma konumundan saldırı konumuna geçti. 15 yıl boyunca Emeviler savunmada kalacaktı. Sadece Türklerin yoğun yaşadığı bölgeler de değil Toharistan ve diğer güney bölgeleri bile Sulu Kağan‘ı kurtarıcı olarak görmekteydi. 724-727 yılında yeni bir vali getirildi, adı Esad Bin Abdullah el Kasri idi. 726 yılının sonlarında Huttal‘da Türgişlere karşı ağır bir yenilgi alarak görevinden azledildi. Türklerden aldıkları yenilgiler ve kendi içlerindeki çekişmeler ile giderek güç duruma düşen Emeviler, üstüne de çeşitli isyanlarla uğraşırken bir de şii sorunu ortaya çıkmıştı, üstüne de Emevilere göre daha Arap olmayan ve Müslüman olan ya da olmayan tüm topluluklar tarafından kontrol edilebilir görünen Abbasi sorunu da ortaya çıkmıştı. Sulu Kağan hem Şiilerle hem de Abbasilerle iş birliği yaparak politik zekasını bir kez daha gösterdi. 728 yılında, Türgişler, Buhara’yı ele geçirerek, Emevilere karşı büyük bir başarı elde ettiler, yaklaşık yirmi yıldır İslam zulmü altında katledilen, malına el konmuş, kadınları ve çocukları cariyeleştirilmiş tüm topluluklar için bu büyük bir ateş yaktı.

İki Irmak Arasında artık sadece Semerkant, Dehusiye ve iki küçük kale Arapların elindeydi. Arapları korkutan gelişmeler vali değişikliğini gene beraberinde getirdi. Eşres bin Abdullah es-Sülemi 727-729 yılları arasındaki yeni valiydi. Diğer valilere göre katı bir İslamcı değildi, Müslüman olmayanlara imtiyazlar veriyor ve kısmen eşitliği sağlıyordu ancak bölge halkı yaşadıklarını günümüzde dahi unutamamışken, on yıl sonrasında unutması hiç beklenemezdi. Yeni Vali Beykent civarında köşeye sıkıştırıldı, yetişen destek güçleri de Başbuğ Külçur ve Hakan kontrolündeydi, Kemerce Kalesinde kuşatma altına alınmışlardı.

Sulu Kağan’ın amacı, Semerkant’ı alarak Arapları tamamen Türklerin yoğun olduğu bölgelerden atmaktı. Bu yüzden de Semerkant için kuşatma hazırlıklarına başladı, Arap Karargahı Kumandanı Savra Bin Hurr yeni tayin edilmiş Cüneyd Bin Abdurrahman el Murri (729-734) için bir mektup göndererek durumu haber verdi. Doğruca harekete geçse de bu durumu önceden bilen Sulu Kağan ordusuyla önünü kesti, Semerkant‘a dağlık yollardan gitmekten başka çare Müslümanlar için görünmüyordu.

Rus Türkologların çizimleri ile Türk Askerleri ve silahları, maskeleri.
Semerkant için dağlık arazilere giriş yapan Cüneyd Bin Abdurrahman El Murri, bu sefer de Başbuğ Hakan’ın güçleri tarafından dağlık arazide dar geçitlerin ortasında sıkıştırıldı. Nihayet, 12.000 kişilik ordusunun 10.000 kadarını kaybettikten sonra güç bela Semerkant’a ulaşabildi, can havliyle bir tuzağa çekilmişlerdi. Emevi Halifesi Hişam yankılanan yenilginin haberini çok geçmeden öğrenmişti, yeni bir ordu hazırlatarak bölgeye gönderdi, yeni ordusu 20.000 Müslüman Arap’tan oluşuyordu. Yaklaşan kış şartları ve gelen takviyeler göz önüne alınarak, Kağan Sulu geri çekilmeyi Başbuğlarına önerdi, kabul gören önerisiyle, kuşatma kaldırılarak sonraya bırakıldı.

Vali Cüneyd çok geçmeden 734 yılında öldü, ardından bölgede Emevi-Abbasi çatışması başladı, bölge halkı, Emevilere göre daha ılımlı görünen Abbasileri desteklese de asıl istedikleri İslam hakimiyetinin ortadan kalkmasıydı, kendi bağımsız şehir devletlerini ve boylarını özlemişlerdi, bu yüzden bölgede çeşitli bağımsızlık hareketleri de vardı, tam bir anarşi bölgeye hakim olmuştu, Abbasi taraftarı olan Haris bin Süreyc, Belh ve Merv şehirlerini aldıysa da bu çok uzun sürmedi, anarşiye dayanamayarak 734-737 arasındaki bu kargaşadan kaçmak için Kağan Sulu’ya sığındı.

Kağan Sulu, verdiği tüm savaşlarla, bölge halkının büyük sevgisini ve itibarını kazanmıştı, başta Soğdlu Gürek olmak üzere İki Irmak Arasındaki tüm Beyler ve hatta Tahoristan Yabguluğu gibi ona rakip olabilecek yapılar ve Tiginler bile onu dinlemeye ve çevrelerinde birleşmeye başlamışlardı. En başında da belirttiğimiz gibi, Ulusal Çıkarlar için savaşmak, Kağanlar için savaşmaktan her zaman daha faydalıydı, başta yapılan hatalar zekice bir politika ile gideriliyordu ancak bu süreç çok uzun sürebilir miydi ki?

Rusların çizimi ile bir Türk Akıncısı
735-738 arasında Vali, ikinci kez Esad bin Abdullah idi. Tahoristan Türklerini ayaklandırmak için Türgişler bir sefer başlattı ancak söz konusu vali tarafından Ordusu arkadan vurulmuştu. Haristan Savaşı kaybedilmişti ancak nedeni politikaydı, bölge Meliklerinden yanlarında görünen Cüzcan Meliki tarafından ihanete uğramışlardı. Sulu Kağan, bu ihanetin cezasını vermek için kendi ülkesine döndü, hazırlıklara başladı ancak çok geçmeden Başbuğ Külçor tarafından bir suikast ile öldürüldü.

Anlattığımız gibi Sulu Kağan, sıradan bir Kağan değildi, başarısız olmamıştı, ganimeti eşit dağıtırdı, kumandanları onu severdi, halkını seviyor ve onları korumak için çalışıyordu, çevresindeki Türk Boyları ve hatta Türk olmayanları dahi koruyordu, bu yüzden çevresindeki ülkeler dahi onu dinliyordu, Külçor tarafından neden öldürüldüğüne gelir isek,

Emeviler, Türkeş Devleti karşısında daha fazla ilerleyemediği gibi bölgeden atılmanın eşiğine gelmişti, Ceyhun ırmağının ötesine geçmeye korkuyorlardı, ona El Müzahim yani zahmet veren, eziyet eden adını vermişlerdi. İyi bir kumandandı, savaşı yüksek bir tepeden kumandanları ile izleyerek çeşitli işaretler aracılığı ile doğruca yönetirdi, bazen önden bazense kanatlardan hücuma geçerdi, bazen de tahminleriyle pusu kurardı, kale kuşatmalarında, mutlaka teslim olunmasını ister, canlarının bağışlanacağını belirtirdi, iyi bir diplomattı, kız alma ve verme aracılığı ile akrabalıkları ile müttefiklikler kurdu, başarılı seferleri ve tahminleri ile uzun süre ülkesini genişletti, peki sizce neden öldürülmüştü?

Suikastçi Külçor da başarılı bir kumandandı, başarılı bir askerdi, pek çok askeri harekatı komuta etmişti, bunu bilen Çin, tıpkı Bizans’ın Çaka Bey’i öldürterek ömrünü uzatması gibi, zekice politikalarından birisini uyguladı, Kül Çor‘a altın ve çeşitli hediyeler ile diplomatlarını göndererek, Kağan Olması için destekledi, bunun nedeni ise basitti. Türgişler, güçlenmişti, Batıda İran İçlerine kadar derinleşen bir egemenlikleri gelişiyordu, bu durumda da Doğudaki Göktürk Boylarının ona katılmaması mümkün olmayabilirdi, Türklerin geleneğini iyi biliyordu, zayıf Kağanlar döneminde dağılırlar, güçlü bir Kağan ortaya çıkarsa, “Kut ondadır.” diyerek ona sarılırlardı, kendi varlığını tehlikede gördüğü için Sulu Çor‘a karşı bu suikasti düzenletti, gerçi en başında da Sulu Kağan’ı da bağımsız olması için teşvik eden onlar değil miydi? Peki, Külçur da Sulu Kağan gibi Çin’i hüsrana uğratacak mıydı?

Başbuğ Külçur’dan Kağan Külçur’a

Bir gece baskını ile Kağan Sulu’yu öldüren Kül Çur Baga Tarkan unvanını alan 3. kişi oldu ancak Türgiş İmparatorluğu çok geçmeden parçalanmaya başladı, pek çok kişi yaşanan bu suikasti ve ardındaki dış unsurları affedemiyordu. Türgiş boylarının iki koldan oluştuğunu, bazılarının Sarı bazılarının Siyah olarak adlandırıldığını aktarmıştık, bu dönemde farklı tarihi yorumlar olsa da, bazı tarihçiler Türgişlerin Kara Türgişler ve Sarı Türgişler olarak bu dönemde ayrıldığını söylemektedir. Aynı zamanda, Sulu Kağan’ın öldürülmesinde Budizm ile ilgili bazı dini nedenlerin olabileceği de farklı yorumlarda geçmektedir. Suikast sonrasında, Külçur, tahta oturamadı, Sulu Kağanın sadık Başbuğlarından Tumotu, ölen Kağanın oğlu olan Tu-Ho-Sien‘i tahta çıkarttı. Çin’den alınan Tokmak Şehrinde ikamet eden Tu-Ho-Sien aynı zamanda Kara Türgişlerin de başında bulunan Eul-Wei Tigin‘in de desteğini sağladı, bu üç müttefik yani Eul-Wei Tigin, Tuhosien ve Tumotu, birlikte Külçur’un güçlü ordusuna hücum ederek, onu yendiler.

Romalıların çizimi ile İskit Türkleri. Geyik Süslemeleri Kuzey Doğu Asyadan ve Tengricilikten gelmektedir.
Söylenebilir ki, yeniden Kağan olma hırsına tutuşmuş çeşitli güçler, Kurultayı gereksiz görmüş, iç savaş ile Türkleri birbirine kırdırtmış, bu sırada ise elde edilen 20 yıllık seferlerle alınan tüm kazançlar kaybedilmese dahi riske girmiştir, bu kazançların kaybedilmemesinin temel nedeni ise Türklerin zor zamanlarında yeniden birlik olabilmesi, düşmanların elde edilen İpek Yolu, İki Irmak Arası gibi bölgeleri yeniden gele geçiremeyişi ve her iç savaş sonrası Hanedanın yenilenerek yeniden bir Kağana tabii olmasındandır ancak bu durum tüm Ulusal Varlığın riske girerken, düşmana güçlenme fırsatı vererek, Ulusal çıkarların büyük ölçüde zarara uğratıldığı gerçeğini değiştirmemektedir. Türklerin, diplomatik olarak geri kalan yanları yüzünden, birbirleri ile olan taht savaşları, düşmanlarının ömrünü uzatmış, kendilerinin ise ömrünü kısaltmıştır.

Kağan olma hırsı ile yanan Baga Tarkan, Temmuz 738’de Çin’e gönderdiği elçiler ile askeri destek istemiştir. Çin Devletleri Hükümdarlarından Hüen-tsung ona önde gelen Generallerinden Kia-kia-yun‘u yardım etmesi için yollamıştır. Taşkent ve Keş ordularını da yanına alarak Baga Tarkan iç savaşı sürdürmekte kararlıydı. 739 senesinin Eylül ayında, Tokmak şehri yakınlarında Sulu Kağan’ın oğlu Tou-Ha-Sien bozguna uğadı, Ho-lo tepelerinde gerçekleşen savaş, Türklerin, Türkleri yabancıların kışkırtmaları ile öldürdüğü ne yazık ki son savaş da olmayacaktı. İkinci bir Çin Ordusu da Talas şehrinde oturan Eul-Wei Tigin’in kardeşi Pa-se’yi yendi böylece Türgiş Güçleri, Baga Tarkan ve Çin Orduları karşısında dağılmış oldu. Sadece 738-739 yılları arasında iktidarda kalan Kağan Tou-ho-sien hakkında geniş bir bilgi kaynaklarda geçmemektedir. Geçen zaman içinde Baga Tarkan’ın Sulu Kağan’ı öldürmek için en başından beri Çinlilerle birlikte olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum Türgiş Boylarını daha da üzmüştür, Külçur, Araplara karşı savaşırken kazandığı itibarını da kaybetmiştir, üç müttefik, Baga Tarkanı yense de, gelen Çin Devletleri Desteği ile yenilmiştir fakat Baga Tarkan’ın da yüzü gülmemiştir.

Külçur askeri açıdan önemli bir figürdü, tıpkı Sulu Kağan gibi Çinlileri, Çinlilerin desteği ile tahta geçse dahi tehdit edebilir ve zayıflatabilirdi, onun yerine Çinliler daha zekice bir davranış sergileyerek, Külçura ve Külçuru da sevmeyen tüm boylara karşı yeni bir rakip göndererek, Türk Devletini iyice parçaladı. Daha önce, Göktürk İç Savaşlarına da destek vermiş Çin, bu sırada kendisine sığınan Aşina soyundan hin’i, On-Ok boylarının başına geçmesi için gönderdi.

“Eğer Sou-lou bertaraf edildi ise benim planlamam ile olmuştur. Eğer Asena Hin, Kağan olarak atanırsa hükümetinizin bana vereceği mükafat nedir? “Chavannes Edouard, Documents Sur Les Tou-kiue Occidentaux adlı eserinde, Kül Çur’un Çin coğrafyasının bir kısmını kontrol eden Hüan-Tsung’a bu cümleleri kurmuştur. Cümlelerinden de anlaşılıyor ki, askeri zekasının yanında politik zekası bir çocuk kadar, sebep olduğu iç savaşta, daha büyük bir İmparatorluğa dönüşebilecek On-Ok Boyları şimdi birbirini öldürüyor, Çinliler ise kaderini tayin ediyordu, hepsinin nedeni sistemsizlik, politik zekasızlık ve bencil bir adamın suikastiydi.

Baga Tarkan, halkına yaptığı tarihi itiraf ile de bir üzüntüye kapıldı, Çinin verdiği sözü tutmaması onu daha da sinirlendirmişti, Aşina H’in, bölgede büyük bir hakimiyet kuramadı, Baga Tarkan, politikayı az çok öğrenmeye başlamıştı ki savaşla elde edemeyeceğini barışla da elde edebileceğini gördü, halkının tüm boy önderleri ile görüşerek, bağlılığını istedi, Çin Sarayına giderek, halkı idare edebileceğini, Boy Önderlerinin desteği ile kanıtladığını gösterdi ve Türgiş Devleti böylece ona kaldı.

Baga Tarkan 740-744 yılları arasında tahtta kaldı. Sarı Boylara üyeydi, Kara Türgişler, onun idaresine sadece iki yıl dayanabildiler. Kara Türgişler 742 ve 748 yılları arasında İl Etmiş Kutluk Bilge Kağan hükümdarlığında yönetildiler. Türgiş ülkesindeki bu ikilikleri gören Çin Devletleri, bölgeye kendilerine iltica etmiş olan Aşina Hin’i Kağan olarak gönderdiler.

Taht ihtirası ile yanıp tutuşan Baga Tarkan, bu atamayı kabul etmedi, ülkesinin başkentini önceden Taraz şehrine taşımıştı, başkentine 30 km. uzaklıktaki Kiu-Lan şehrinde Aşina Hin’i öldürdü. Kendisini tahta çıkartan gücü doğruca karşısına alan Bögü Tarkan, çok geçmeden, Çin’in politik zekasına gene aşina kalacaktı. 744 yılının Mayıs ayında, Çin Diplomatı Fuo-Mong-Liang-Ça vasıtası ile suikaste uğrayarak yok edildi.

Kubrat Kağan ve Oğulları, temsili çizim.
Külçur’un ölümü ile Türgişler, ikili yapıdan tekli yapıya geçti, tüm sarı ve siyah boyların başında artık İl Etmiş Kutluk Bilge Kağan bulunuyordu. Ülkesinde yaşananlarla ilgili Çin kaynaklarında büyük bir bilgi geçmez, buradan anlaşılıyor ki hem İpek Yolu konusunda hem de ülkede iç isyanlarında olmamasından, kendisi iyi bir kağandır, bir kaç kez Çin’e elçi göndererek de politik ilişkilerini ilerletmiştir. Yenisey Yazıtlarından Tuba I ve Tuba II yazıtları, İl Etmiş Kutluk Bilge Kağan hakkındadır. Yazıtlara göre, Ezgene isimli elçisini Kırgızlara ve çeşitli boylara göndererek, birlik, beraberlik hissini güçlendirmiştir. Çin, Türgişleri zayıflatsa da İpek yolunu hala ele geçirememişti, Tokmak şehrini almak için bir sefer düzenleyen Çin, Wang-Çang-Kien komutasında, Tokmak şehrini ele geçirmiştir, İl Etmiş Kutluk Bilge Kağan’ın nasıl tahttan indirildiği bilinmese de Çin Seferi ile olduğu düşünülmektedir.

İl Etmiş Kutluk Bilge Kağan sonrasında 749-751 yılları arasında, Türgiş Devletinin başına I-po Kağan geçmiştir. Çin coğrafyasına üç kez elçi göndermiştir. Bu dönemde Çin’deki çeşitli devlet yapılanmaları birbirleri ile savaşa tutuşmuştur, bölgede aynı zamanda da ünlü An-lu-shan isyanı vardır, Talas savaşı sonrasında da bölgeden Çinliler askeri manada çekilmiş ve kendi iç meselelerine odaklanmıştır, bu yüzden Türgiş tehlikesi ile ilgili daha az konu, kaynaklarında geçmektedir ancak Türgişler hakkında bu döneme dair Türk kaynakları incelenebilir. Uygur yazıtlarından Şine Usu yazıtı bu dönemi anlatmaktadır. Bu dönemde, yazıtlara göre Karluklara ve Türgişlere karşı Uygurlar sürekli olarak savaşmakta ve galip gelmektedir, Bozkır İmparatorluğu, yeni bir Hanedanın sahipliğine geçmek üzere gibi görünmektedir. Uygur Kağanı Moyunçu, bu dönemde Türgişleri yenmiştir, Türgiş Kağanı ise bu sırada Tengride Bolmış Kağan (Tengriden Kut Almış Kağan)dır. Türgişlerin iç savaşları sırasında tahttan indirilmiş olması olası durmaktadır.

Bu dönemde, Türkler maden işlemeciliğinde ileride olduğu için, silahları ve zırhları düşmanın gözünde dikkat çekiciydi.

757 yılına gelindiğinde, Türgişler hala Sulu Kağan dönemindeki gibi bir birlik sağlayamamıştır, çeşitli zayıf Kağanlar çevresinde, gücü elde etmek için savaşmaktadırlar. Bunun temel nedenlerinden birisi de bölgeye dışarıdan bir istila gelmeyişidir, böyle durumlarda genellikle Türkler birleşebilmekte de olsa tehlike durumu geçtiğinde düşmandan önce birbirlerine karşı Büyük Kağanlık için savaşmaktadırlar, farklı Türk Devletleri olarak anlatılan pek çok devlet özünde aynı devlettir, değişen tek şey devletin tepesindeki Boy ve Hanedandır. 757 yılında, Türgiş Boyları, özgür ve kendi kendisini idare eden bir haldedir, buradaki özgürlük tabii ki de doğudaki Büyük Kağan’a yeri geldiğinde hesap vermeyi de içermektedir, eğer Doğuda Büyük bir Kağan yoksa da bu durumda kendileri Büyük Kağan olarak Bozkırı ve çevresindeki tüm bölgeleri ele geçirmelidir, bu anlayış hemen hemen tüm Türk Boylarının anlayışıdır.

758 yılında ise Türgişlerin başında Kara Türgişlerden, A-to-boyla Kağan vardır. 760 Yılına kadar egemenliğini sürdürmüş ve Çin’e elçiler göndermiştir. Çeşitli tarihi kaynaklarda bu tarihten sonra Türgiş adı azalmıştır çünkü Türgiş Devleti, Hanedanın değişmesi ile Karluk Devleti olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türgiş Hanedanından Karluk Hanedanına

740-760 arasındaki Türgişlere ait kargaşa döneminde Karluklar giderek güç kazanmıştı. Çin-Abbasi çatışmasında, kendi çıkarlarını arayarak önce Çin’in bölgeden çekilmesi sağlanmış, sonrasında ise Arapları bölgeden geri çekilmeye zorlamışlardı, Abbasi Ordusunda ise Türklerin savaşçılığına hayran olan bir kitle giderek artarken, Abbasi Ordusu, Türk Paralı Orduları ile birleşiyordu, bu durum Abbasileri Türklere karşı hem kırılgan yapıyor hem de mecbur bırakıyordu, daha da önemlisi Abbasiler dini açıdan hoşgörülü dahi olsa Müslüman olmayan Türk unsurları, Arap Ulemanın canını sıkarak Bağdat’da Halife kavgalarında argüman yaratıyordu, Türk Orduları ise bu Halife Savaşlarında bir süre sonra argüman olmaktan çıkarak devleti yöneten asıl güç olacaktı. Prof. Dr. Abdülkadir Baki İnan‘ın “Eski Türk İnanışları” eseri ile daha öncesinde de önerdiğimiz “Türkler” eseri bu konuda da aydınlatıcıdır, Karlukların, Çin Desteği ile Türgişlere saldıran kısmı, çeşitli istekler doğrultusunda Tengrici geleneklerini sürdürseler de kendilerinin Çin inanışlarından olduğunu söylemektedir, Araplarla müttefik olduklarında da gene bir kısmı Müslüman olduğunu söylemiştir ancak Arapları da Tabgaç unsurları sonrası bölgeden sürmeleri ile bunu söyleme gereği ortadan kalkmıştır. Bu durum, Bizans denetimindeki Türklerin, Ortodoks iken Selçukluların tarafına geçer geçmez Müslüman olduğunu söylemesinden farksızdır, özünde hepsi alkolün yasak olduğu Budizm’de alkol tüketen, et tüketmenin yasak olduğu Maniheizmde et tüketen Tengricilerdir, dinler, Türkler için her zaman güç aracı olmuştur, Tuğrul Bey, Oğuz Yabgu Devletinin yıkılması sonrasında, Cent Şehrine geldiğinde, koruma alabilmek için Müslüman olmuş ve böylece o sıradaki düşmanı olan Oğuz Boylarından kaçış yolunu bulmuştur. Müslümanların istilasına karşı direnen Türk Boylarının bir kısmının neden Araplar tarafında savaştığının açıklamasını da bu şekilde yapmış olduğumuza inanmaktayız.

Bağlılık bildirmeyen Türgiş Boylarının ise ayrı ve özel bir hikayesi vardır. Daha Pars Kağan zamanında Nou-che-phi boylar birliği, Seyhun Irmağına kadar ulaşan bir nüfusa ve egemenliğe kavuşmuştu. Peçenekler ise bu bölgenin ilerisinde yer alıyordu. Talas Savaşı sırasında Karluklar kadar ustaca bir politika izleyememişlerdi keza Karlukların bir kısmı Çin egemenliğinde bir süre Türgişlerin boy kavgalarında da çeşitli kazançlar için Türgişlere saldırmıştı, şimdi ise Araplarla beraber Çine karşı savaşıyorlardı, bir süre sonra da Araplara karşı savaşarak onları kovuyorlardı. Karlukların bu ustaca politikası çevre boylara da güven vermişti, pek çok On-Ok Boyu dahil olarak, Göktürklerin de iç savaşlarından yıllar içinde bunalmış boylar, onlara gelerek bağlılık bildiriyordu, böylece Türkeş Devleti, çeşitli boyların desteği ve Karluk Politikası ile yeni bir dizge kurarak Karluk Devletine dönüşüyordu.

Çinlilerin gözünden maskeli bir Türk Savaşçısı.

Karluklara İtaat Etmeyen Türgiş Boylarına Ne Oldu?

Karluklara itaat etmeyen Türkeş Boyları da vardı, özellikle de Nou-che-pi boyları daha Pars Kağan zamanında Seyhun dolaylarına ulaşmış bir egemenliğe sahipti, daha ötesinde ise Peçenek Devleti vardı. Bu Boylar, Karluklardansa daha farklı bir bölgede olmayı seçmişti. Talas Savaşındaki hengamede ve kargaşada,Türkeşlerin bir kısmı Peçeneklerin ardından göçe başladılar. Doğuda, Karluklar vardı, Batıda Abbasi tehditi, güneyde ise Tanrı dağları geçit vermiyordu, tek çıkış yolu Seyhun dolaylarından kuzeydi. Peçeneklerin ardından göç eden bu boylar, Orta Türkistan’dakine göre savaşsız ve bozkırın verimli topraklarında geliştiler, 8. 11. yüzyıllar arasında nüfusları iyice artmıştı, on boy, daha sonra Kaşgarlı Mahmut‘un belirttiği üzere 22 boya dönüşmüştü. daha sonraları 14. yüzyılda Raşiüddin Fazlullahın da belirttiği üzere nüfusları iyice artarak 24 Boya dönüştü. Kitabelerin, yazıtların ve Çin kaynaklarının On-Okları böylece karşımıza Bozoklar ve Üçoklar şeklinde 24 ayrı boy olarak çıktı. Selçuklular, Safeviler, Avşarlar, Kaçarlar, Osmanlılar ve adını burada yazmadığımız nice devleti, asi ve uslanmayan On-Okların bir kısmının göçü ile ortaya çıkan yüzyıllara yayılan gelişme ve genişleme politikası ile oluşan 24 Oğuz Boyu kuracaktı.

Çin Halklarının;
“Bir Türk, Beş Çinliden Zekidir Ama beş Türk, Bir Çinliden Zeki değildir.” şeklinde bir atasözleri de vardır. Kağana karşı Kağan çıkartma politikası farklı coğrafyalarda da karşımızda olacaktı, Roma’nın savaşacak farklı düşman bulamayınca kendisi ile savaşmasından farksız bir durum, Türk Ulusunun askeri gücü ve dünyayı yönetme arzusu ile ortaya çıkıyordu, çevre halkları sadece çiftçiler ya da hayvancılar olarak görerek, ticareti ve ekonomiyi, politikayı yönlendirmek isteyen Türkler, pek çok dönem kendi özlerini ya da birliklerini bu gibi diplomatik saldırılara karşı savunmasız bırakıyordu. Uzun makalemiz boyunca, makale içinde belirttiklerimizin dışında Prof. Dr. Şener Üşümezsoy‘un makalelerinden, Barthold ‘un Moğol İstilasına Kadar Türkistan eserinden ve tekrar Eberhart’ın Çin’in Şimal Komşuları eserlerinden faydalanmış bulunuyoruz.

Sonuç kısmında söyleyebiliriz ki,

Kırgızların “Taht için değil toprak için savaşan Kağan’ı takip edin.” Atasözü boşa söylenmemiştir. Kurultay gibi bir dizgeyi geliştirebilmiş sayılı Uluslardan birisi Türkler iken Kurultayı önemsemeyerek, Türkleri, Türklere kırdıran Kağan Savaşlarına da sahne olarak, düşmanlarına güç kazanma şansı vererek, Bozkırlarını, Çin’e, ileride Rusya’ya ve 926 yılından itibaren yönettikleri İran’ı Farslara, Kırım ve dahasındaki pek çok yaşam alanı da çeşitli farklı dış unsurlara kaybediyordu, Ulusumuzun dinlere olan bakış açısını, kendi iç yönetim sistemlerini en çok hata yaptıkları dönemlerden birisi olan Türgişleri geniş bir ayrıntı ile anlatarak size aktarmak ve ne olursa olsun Türk Ulusunun hangi lehçeden, dinden, mezhepten ya da kökenden olursa olsun tüm Türkçe konuşan fertlerinin yüksek bilinç ile birleşerek, kendilerine ait Demokrasilerini inşaa ettikleri ortak bir Cumhuriyetin özlemini taşıdığımızı ifade edebiliriz. Babürler-Osmanlılar-Safeviler aynı dönemde yaşamış Türk İmparatorlukları idi, Hazarlar, Kıpçaklar,Bolgharlar da öyle, Türgişler-Göktürkler-Peçenekler de öyle, eğer bu Türk siyasi organizmaları, birbirleri ile savaşmak yerine, Kurultay Rejimi ile belirlenen ortak bir Kağan tarafından yönetilseydi, bugün Ulusumuz çok daha farklı konumlarda olabilirdi. “Birlikten kuvvet doğar” atasözünü söyleyen Cengiz Han’ın, Cengiz Kanunlarına ne olursa olsun Kağanın Kurultay ile seçileceği şartını koyması bu yüzdendir gene Chou Devleti, Macar Kağanlığı, Bulgar Kağanlığı gibi pek çok Türk Devletinin zaman içinde benliğini yitirmesi de Cengiz Kanunlarında, Türklerin başka hiç bir ulusa benzememesi gerektiğini belirten her cümlenin nedenidir.

Maskeli Bozkır Savaşçıları
Eğer, makalemiz boyunca size bilgi sunabilmiş ve çeşitli Demokrasi ve birliğe dayanan yorumları da tarih biliminden faydalanarak özellikle adında Türk olan ülkemizde, ulusal benliğin yitirildiği ve insanlarımızın yeniden Ulusları için değil diktatörleşen çeşitli figürler için siyasileşerek fakirleştiği dönemimizde ulaştırabildiysek, makalemiz amacına ulaşmış diyebiliriz.
teref.az












Teref.info © 2015
E-mail: [email protected]            Telefon: 051 933 93 21            Baş redaktor: Nurəddin (Xoca) İsmayılov
Məlumat internet səhifələrində istifadə edildikdə müvafiq keçidin qoyulması mütləqdir.