İran zindanlarında işkence hatıralarım (Birinci bölüm)
10-01-2018, 01:31
İran zindanlarında işkence hatıralarım
(Birinci bölüm)
************************
1985 yılında Tebriz Tıpp universitesinin diş doktorluğu enstitüne girdim. Farscaya tercüme edilmiş Batı edebiyatını okumuşluğum vardı. Ana dilim olduğu için Türkçeye de ayrıca eğilimim söz konusuydu. 19 yaşımdaki küçük bilgi deneyimime göre solcu idim. Bunlar da suç sayıldı ve hayatımı İslam rejimi karanlığa gömdü. Universiteden ihraç ettiler. Kaçak yolla Avrupaya kaçmayı başaramadım, yakalayıp askere götürdüler. İran-Irak savaşının şiddetli vakti idi. Savaş dolayısıyla askerlik süresini altı ay daha artırmıştılar. 2.5 yıl ateşlerin içinde hayatımız geçecekti. 3 aylık silah kullanma eğitiminden sonra benim matematiğim iyi olduğundan 3 ay da ayırca topçu müsahip eğitimi aldım. baş çavuş (grupban 2) rütbesi ile 6 aydan sonra cepheye götürdüler. Her an önümde onlarca genç ölüyordu. İlk ölen gençler için bolca ağlamiştim. Ama ölülerin sayı arttıkça göz yaşlarım kurumuş ve ölümlere alışarak kendi ölümümü bekler olmuştum. Cephede bir kaç Ermeni, Fars, Kürt aydın gençle tanışmıştım. Onlar 19. yüzyıl Rus edebiyatını siperde boş vakitlerinde okurlardı. Benim de yanımda Mevlanın, Hafızın eserleri vardı. Bu gençlerle arkadaşlığımız derinleştikçe bana güvenip okumam için kitaplarını da verdiler. Her iki aydan bir 15 günlük izin veriyorlardı. Her birimiz izinden döndüğümüzde kitap alıp dönerdik. Dostayevski, Tolstoy, Goncarov, Çernişeviski, Korlenkov, Şolohov, Puşkin, Fadayev, Turginev, Gogol, ..., gibi Rus edebiyat büyüklerinin eserlerini askerliğimde okudum.
Ben topçu katyuşa birliğinde mühasip olduğum için arka cephede idim. Piyade birlikler ön cephede Kürdistanın silsile Suren dağlarının tepesindeydiler. Oraya arabayla çıkmak olanaksızdı. Bu yüzden izinden dönen askerler geri döndüklerinde bizim sengerlere uğrar ve geceni bizim siperde kalır, sabah erkenden dağların zirvelerine doğru hareket ederlerdi.
Bir gece iki fars oğlan da bizim sipere gelerek "izin verseniz geceyı sizin siperde kalalım, yarın zirveye yollanalım" söylediler. Benim siperimde yatmaya yer vardı. Kalmalarına izin verdim. hayli sohbetten sonra çantalarında kitap oldukları belli oldu. Her biri bana bir tanecik kitap hediyye etti. O gece modern edebiyat üzerine bilgilerimizi paylaştık. Sabah erken uyanıp ben uyanmadan önce yola koyulmuşlardı.
Bir hafta sonra ön cepheden ateş istediler. Ben de izcinin (dürbinle düşman tarafından bilgi veren asker) bana verdiği istihkamların katyuşalarla vurulması emrini ve istikametin derecelerini verdim. Yaklaşık iki saat boyunca katyuşalarla istenilen hedeflere ateş ettik. Lakin izcinin hedefi doğru vermediği belliydi. Çünkü verilen hedef vurulduktan sonra 200 metre, sağa, sola çek diye söylüyordu. Ben de verilen bilgi üzerine harita üzerinde mühasibe edip ateş ediyorduk. Kumutanımız da başımızın üstündeydi, benim mühasibelerime dikkat ediyordu. Artık ateş istemez oldular. Ben de iki saat boyunca neden ateş ettiğimizi hiç anlamadım, sormak yetkim de yoktu. Ateş istenildiğinde ateşlemekle yükümlüydük.
Bir gün sonra ordunun istehbaratından üç araba birliğimize geldi. Ben tualetten çıkıp siperime doğru giderken tüm çantalarımın, kitaplarımın istehbaratın arabalarına yüklendiklerini gördüm ve korktum. Beni de yakalayıp toyota arabasının arkasına attılar ve hızla giderken arabanın üzerinden kendimi atarak intihar etmeyeyim diye elimden ve ayağımdan zincirle arabaya bağladılar. Neden böyle yaptıklarını bilmiyordum. Üç araba beni Kürdistanın sınır kenti olan Merivana götürdü. Bir gece orada sorguladılar ve sonra tüm eşyalarımla birlikte başka istihbarat görevlileri beni Senendece götürdüler. Merivandaki sorgulamada anladım ki, bir gececik yeraltı siperimde kalan iki genç İranın halk mücahitlerindemiş. Uygun fırsatta kaçıp İraka sığınmışlar. Ateşi de bizim desteden o yüzden istiyorlarmış. Lakin atışların hiçbiri hedefe isabet edemediğinden iki genç İrak ordusuna sığınmayı başarmıştı. Şimdi ordunun istihbaratı bizden şüphelenmeye başlamıştı. O iki genci vurmamak için bilerekten yanlış hedefe ateş ettiğimizi düşünmüştüler.
Senendec bütünüyle Kürtlerin yaşadığı yaklaşık yarım milyon nufusu olan bir şehirdir ve Kürdüstan ilinin merkezi şehri konumundadır. Akşam saatlerinde gözümüz kapalı olarak Senendece ulaştık. mühasibeci olarak ben, izci olarak telsizle konuştuğum askerin dışında üç asker daha vardı. Ben İsfahan Farsı olan izci ile sadece telsizle konuşmuştuk. Hepimizi bir odaya ittikten sonra gözlerimizi açtılar. Kemerimiz ve saatimiz gibi kendimize zarar verecek ne varsa hepsini aldılar. Gece saat 21-22 cevarında demir korkunç demir kapı açıldı. Bize yemek getirdiklerini sanmıştık. Çünkü gün boyunca hiçbir şey yememiştik. İçeriye beş çirkin sakallı adam girdi. Girer girmez bizi dövmeye başladılar. Askerlerin giydikleri sert ayakkabılarla, yumuruklarla her tarafımıza vurmaya başladılar. Ağız burnumuuz al kan içindeydi. İşkencecilerin hepsi Türktü. Türkçe ağıza alınmayacak sözlerle bizi aşağılayarak vuruyorlardı. Hiçbir bir soru sormadan sadece vuruyorlardı. Bize saatlerce vurdular. Ayakları altında eziliyor ve ne edeceğimizi bilemiyorduk. Burnumuzdan fışkıran kan divarları boyamıştı. Yaklaşık iki saat boyunca bize vurdular. Askerlerden birinin bacak arasına dokunan sert tepik bedbahtı bayılttı. Bayılan genci bırakıp bize vurmaya devam ettiler. Kapıyı kapayıp gittiklerinde zayıf lamba ışığında askerlerin yüzlerinin tanınmaz olduğunu gördüm. Benim yüzümü de onlar o şekilde görmüş olmalıydılar.
Vatana, İslam ordusuna ihanet ve düşmanla emektaşlık suçundan işkence ediliyorduk.
************
Bir gün sonra bizi harbi mahkemeye çıkardılar. En çok da benden şühleniyorlardı. Çünkü Irak ordusuna sığınan gençler bir gece benim odamda kalmıştılar. Biri de bir romanın ilk sayfasına adımı yazarak bana hediye etmiş ve altına tarih koyarak imza atmıştı. Şimdi o kitap da bunların elindeyi. Iraka sığıanan gencin Iraka sığınacağını önceden biluyormuşum diye düşünüyor ve hedefi bilerekten vurmadığımı farz ediyorlardı. Sırayla bizi oturttular. Sakallı albay önce Farsca bana sordu. Türk olduğumu bildikten sonra Türkçe "Iraka sığınan asker bir gece senin siperinde kalmış" dedi ve sonra elindeki kitabı göstererek "bu kitabı da sana hediye etmiş, doğru mu?" dedi. "Evet, doğrudur" dedim.
- Askere gelmeden önce onu tanıyor muydun?
- Hayır, tanımıyordum.
- O gece ne konuştunuz hepsini anlat.
- O gece 2-3 saat konuştuğumuz doğrudur. Edebiyat üzerine konuştuk. Çernişeviskinin eseri üzerine konuştuk.
- Çert pert nedir?
- Çernişeviski. Çernişeviski rus yazarıdır. Onun "Ne etmeli" romanı üzerine konuştuk. Onun romanda "Rahmetov" sureti var. O karakter üzerine fikirlerimizi paylaştık.
- Boş sözler anlatma, Iraka kaçacağına dair sana bilgi verdi mi?
- Hayır. Bu hakta hiçbir şey söylemdi.
- O zaman neden hedefi vurmadın?
- Telsizle bana verilen hedefleri vurdum. Hedefi gözlerimle göremüyordum. Biz dağların bu taraf arkasında, askerler dağların o taraf arkasından kaçmış. İzci hangi hedefi telsizle istemişse, ben o hedefe göre mühasibe yapıyordum. Ateşin neden istendiğini bile bilmiyordum. Irak askerleri mevzilerini vurmak için ateş istendiğini sanıyordum. Telsizle konuşma sesimiz kayıtta olmalıdır. Dinleyebilirsiniz. Benden hangi hedef istenmişse onların vurulmasına katyuşa hademeçileri askerlere söylemişim.
Albay bizi oraya getiren "Hifazet" adlanan ve hizbulla olarak tanınan askerelere "bunu götürün!" diye bağırdı. Bir önceki işkencelerin ağrılarından dolayı ayakta duramıyordum. Koluma girerek beni işkence odasına götürdüler....
*********
Devam edecek....
Guntay Gencalp Bayındırlı