TARİHTE KADINA ŞİDDET…
Bu gün, 15:04
İnsan soyunun yarısı erkek, diğer yarısının da kadın yaratılmasının bir denge unsuru olduğu, çoğu zaman bir tarafın diğer tarafa baskın olma isteği ile anlaşılamaz şekilde kaoslara sebep olmuştur… Hristanlık özgün haliyle kadınlar hakkında oldukça olumlu düşünürken, “Geç Antik Çağ” dediğimiz, M.S 3 ve 6.yy’lar arasında Batıda kadına düşman bir eğilim, tarihe damga vurmak üzere yayılmaya başlamıştı… *Toplumun bir yarısının diğer yarısına baskın gelme dürtüsü, M.S160-225 yılları arasında yaşamış olan, esas mesleği Avukat diye geçen Kilise Babası ünvanlı “Tertillianus”un kadınları kötü, baştan çıkarıcı, erkekler için ezeli tehlike diye azarladığı yazılarıyla yavaş yavaş şekillenmeye başlamış. Tertillianus M.S 190 yıllarında Hristiyanlığı kabul ettiğinde hukuki bilgi ve becerisini Hristiyan inancını açıklamaya ve savunmaya adadı. Hayat boyunca ne papazlığa atandı ne de Kilise tarafından azizlik mertebesine yüceltildi. Hayatının son döneminde kendisini peygamber ilan eden Montanus’un kurduğu “Montanism” akımına katılmıştır… Tertillianus bir yazısında kadınlar için Tanrının; “Her biriniz birer Havva olduğunuzu bilmiyor musunuz? Tanrı sizin cinsinizle ilgili, sizin yasak meyvanın mührünü açan,Tanrısal yasayı ilk terkeden,şeytanın saldırmaya cesaret edemediği erkeği ikna eden” olduğunuzu söyleyerek tebligat bildirmiştir der.Tertillianus bu sözleri Tanrının söylediğini tekrar ederek, toplumsal düzeni sağlamaya çalıştıkça, insan soyunun erkek kısmının kadına bakış açışı değişmeye başlamış ve kadın, yaşam içinde risk altına giren taraf olmuştur….
*M.S 3.yy’lın ikinci yarısında ise, Aziz, Keşiş, Rahip, Kilise Babası, tarihçi, çevirmen diye adlandırılan İliryalı Hieronymus’un mektupları, rahatsız edici biçimde kadınlara duyulan nefretle ilgilidir… Kitleleri ardından sürükleyen,Tanrıya şüpheci yaklaşımı,sürekli farklı dinlere geçiş yapıp inanç sistemi konusunda neredeyse yaşamının sonuna kadar bocalayan bu şahsiyet, önceleri Pagan iken, eğitim için gittiği Roma’da yaşadığı eşcinsel deneyimler sonucu, arınmak için dine yönelerek edindiği kitle ile en sonunda bir tarikat kurarak yaşamını Kudüs dolaylarında,Tanrı yolunda inziva ile tamamlamıştır… Hieronymus’un bu ruhsal git gelleri arasında, çığırından çıkmış cinsel yaşam ve toplumsal ahlak çöküntüsü içinde kendilerini korumak adına, bekaret yemini eden Romalı soylu ve eğitimli kadınlar, ona yazdığı mektuplar konusunda ilham olmuştu… *Roma İmparatorluğu’nun kuzey batı Afrika eyaleti Thagaste’de doğan Aziz Augustinus da Pagan bir babanın ve Hristiyan bir annenin çocuğuydu.Yaşadığı zamanlar Roma’nın çöküşüne, ve Hristiyanlığın kabulunün hemen ertesine denk gelir. Augustinus “İtiraflar” adlı kitabında, Tanrıyla konuşma ve günah çıkarma formlarında anlatmıştır. En çok önem verdiği konu, insanın kendini araştırmasıdır. Hakikatin insanın içinde olduğunu savunur. Hakikat ise, bizzat Tanrının kendisidir. Yani Tanrı insandadır. Öte yandan insanın kendisi de tanrıdadır. Bunu anlamaya çalışmak felsefedir. Felsefe insanın kendisiyle uğraşmasıdır. İnanç sistemini daha felsefi bir bakış açısıyla ele almış olsa da Aziz Augustinus,Tertillianus’un kadınlar için söylediklerini doğrularcasına,bir arkadaşına yazdığı mektuplarda; “Ne farkeder,ister eş,ister anne olsun,her kadında kendimizi sakınmamız gereken bir Havva var. Eğer Adem’in dostluk ve sohbete gereksinimi var idiyse, bir erkekle bir kadındansa,erkek erkeğe bu yaşam ortamı sağlanabilirdi. Kadınların tek işlevi cinsel bir hastalık gibi ,ilk günahın tohumlarını sonraki kuşaklara aktaran çocukları doğurmaktır” diyordu… İnsan, soyunun yarısını beğenmeyerek, ayrıca zihinsel, fiziksel ve duygusal her hareketini ölümcül bir şehvetin belirtisi olarak görüp, inanç sisteminde kadın ve erkeği ancak bu kadar ayrıştırabilirdi. Batı Hristiyanlığı bu nevrotik düşünceyle özellikle Ortaçağ döneminde kadınlara karşı daha acımasız bir kini içlerine yerleştirmişlerdi. Cahil bırakılan,değersizleştirilen,hatta tümünü cadı ya da büyücü olarak nitelendirdiği dişisine karşı insanoğlu en karanlık dönemini yaşamıştı. Hem cehalet yüzünden,hem de aydın fikirleri ile sivrilen kadınları yok etmişlerdi… Doğudaki kadınlar ise aynı dönemde bu aşağılayıcı devrin yükünü farklı şekillerde paylaşırken, Batılı kadınlar onlardan bir fazla korku ve nefrete yol açan günahkar ve iğrendirici cinselliğin tek suçlusu olma lekesini taşıdılar…
*Karen Armstrong “Tanrı’nın Tarihi” kitabından…
*Belki de bu dönemi en iyi anlatan filimlerden biri Hypatya’nın katlini anlatan “Agora” filimidir…
*Görsel “Agora” filminden bir sahne…
Merih Tan
TEREF