Pandoranın qutusu və tarixdə qadına baxış
Bu gün, 16:58
İnsanoğlu olarak vahşi doğada hayatta kalmak için yüzbinlerce yıl çok çetin mücadeleler verdik. Doğanın korkutucu güçleri karşısında insan olarak son derece aciz ve korumasızdık. Hayatta kalabilmek için birlik olmak zorundaydık, birlik olmak içinse ortak hikayelere inanmak. İşte bu yüzden icat ettik bütün mitolojik anlatıları; bizi düşmana karşı birlikte tutsun, savaşma gücü versin diye. İnsanın olduğu her yerde hikayeler de vardı ve bu hikayeler yaşamımıza, kültürümüze ve dünya görüşümüze zamanla çok derinden işledi. Pandora’nın Kutusu da bu hikayelerden biri. Binlerce yıldır inandığımız bu hikaye, bize insanlık hakkında neler söylüyor? Uzun yıllar unutulmadan günümüze gelmesini sağlayan şey ne?
Pandora’nın Kutusu
Hesiodos’un anlattığı hikayeye göre Epimetheus ve Prometheus, Titan soyundan gelen kardeş tanrılar idi. “Tanrılar ve insanların babası” olarak bilinen Zeus, bu iki tanrı kardeşe dünya üzerinde canlılığı başlatma ve çoğaltma görevini verdi. Epimetheus bitkileri, hayvanları ve insan hariç diğer tüm canlıları yarattı ve her birine inanılmaz yetenekler ve özellikler ekledi. Hayvanlar, insanlardan daha hızlı koşabiliyor, daha iyi görebiliyor ve uçabiliyorlardı. İnsanlara ekleyecek hiçbir özellik kalmadığını düşünen Prometheus, kendilerini korumaları için insanlara ateşi armağan etmek istedi ve Zeus’tan bunu talep ettiğinde şiddetli bir ret cevabı aldı çünkü ateşi kontrol etme gücü ancak ve ancak tanrılara aitti.
Zeus’un sözlerine kulak asmayan Prometheus, güneşe doğru bir meşaleyi uzatarak yaktı ve insanoğluna ateşi bahşetti. Nasıl kullanılacağı ve muhafaza edileceği bilgisini de insanlara öğretti. Bu durumu öğrenen Zeus, Prometheus’u cezalandırmaya karar verdi ve onu, o zamanlar kimsenin yaşamadığı Kafkas Dağları’nda zincire vurdurdu. Her gün Zeus tarafından gönderilen bir kartal, Prometheus’un ciğerini yer fakat gece olduğunda Prometheus’un ciğeri yeniden büyürdü ve bu süreç böyle devam etti. Bir gün Herakles, Kafkas Dağları’na ulaştı, kartalı öldürdü ve Prometheus’u bu işkenceden kurtardı.
Zeus’a göre yalnızca ateşi çalıp insanlara götüren Prometheus değil, aynı zamanda ateşi kabul eden insanlar da en az onun kadar cezayı hak ediyordu. Bu sebeple insanoğluna bir ceza olarak ‘tanrıların hediyesi’ anlamına gelen ve dünyadaki ilk kadın olacak olan Pandora’yı yarattı. Hephaistos ona kilden şekil verdi, Afrodit ise kadınlığını ve güzelliğini verdi. Hermes, Pandora’nın içine merak ve aldatma duygusu ekledi. Son olarak bütün tanrılar ona can üflediler ve dünyaya gönderdiler.
Prometheus, kardeşi Epimetheus’u Zeus’tan gelecek olan herhangi bir hediyeyi almaması konusunda uyarmasına rağmen Epimetheus Pandora’yı görür görmez aşık oldu ve kısa bir süre içinde dünya evine girdiler. Düğünlerinde Zeus Pandora’ya bir kutu hediye etti ve her ne pahasına olursa olsun açmaması gerektiğine dair sıkıca tembihledi. Bir süre sonra Pandora, daha fazla sabredemedi ve merakına yenik düştü. Epimetheus uyurken kutuyu gizlice aldı ve açtı.
Pandora kutuyu açar açmaz etrafa insanlığın daha önce karşılaşmadığı yüzlerce hastalık, acı, savaş ve kötülük saçıldı. Pandora bu olayı dehşetle seyrederken kutu hafifçe titredi; içinden ışıklı, parlak bir şey havalandı ve gökyüzüne doğru uçtu. Kutudaki son kalan o şey ise “umut”tu. Bundan sonra dünya her ne kadar sayısız kötülükle dolu olsa da insanoğlu umut sayesinde bir şekilde mücadele edecekti.
Pandora ve Havva’nın Benzerliği
Pandora’nın Kutusuna ilk baktığımızda efsanenin, teolojik olarak İbrahimî dinlerde anlatılan Adem ve Havva hadisesine oldukça benzediği gözden kaçmaz. İçinde bulundukları hikayelere göre Pandora da Havva da yaratılmış ilk kadındır. Tanrı tarafından yasak kılınmasına karşın Havva, merakına ve arzularına yenik düşerek elmayı yer ve bunun cezası olarak türlü türlü zorluların bulunduğu dünyaya gönderilir. Bu durumu Pandora’nın kutuyu açması ve içinden kötülüklerin çıkmasıyla eşleştirebiliriz.
Genel Yorum
Hikayemiz, yaygın yorumda insanın bilinmezle olan oyununu ve ona karşı arzusunu temsil eder. Tarih boyunca insanlık, bilinmeyen olaylardan ve olgulardan sürekli çekinmesine karşın merakını da hiçbir zaman yitirmemiştir. Onları bilmek için elinden geleni asla ardına koymayan insanlık, bu durdurulamaz merakına neredeyse her zaman yenik düşmüştür. Açıktır ki merak, insan için çoğu zaman destekten ziyade köstek olmuştur.
Tarihte Kadına Bakış
Giriş bölümünde de belirtildiği gibi Pandora’nın Kutusu gibi mitolojik hikayeler uzun yıllar söylenegeldiğinden ve kulaktan kulağa aktarıldığından ötürü içinde, zamanın değişen kültürüne ve dünya görüşüne dair birçok öge barındırır. Eski Yunan medeniyetinin son derece ataerkil bir toplum yapısına sahip olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda Pandora’nın Kutusu gibi bir hikayenin bu medeniyetten çıkmış olması hiç de şaşırtıcı değildir.
Adem ve Havva hadisesinde gördüğümüz gibi tarihte kadın; birçok kültürde baştan çıkarıcı, dedikoducu, oyun bozucu, kendine hakim olamayan gibi oldukça kötü ve temellendirilmesi mümkün olmayan sıfatlarla tanımlanmıştır. Kadın, suça azmettirici ve daha yatkın olarak anlatılmıştır. Bu sebeple birçok kültür kadının kısıtlanmasını salık vermiştir. Birçok dildeki sayısız atasözü de bu durumun en iyi göstergelerindendir. İlk kadın yaratılır ve o kadınla birlikte dünyaya tüm kötülükler de gelir. Kadının dünyaya gelişinin bir ceza olarak anlatılması da sürdürülen erkek egemen geleneğin bir göstergesidir.
Bu hikayenin meşhur olmuş isminin Pandora’nın Kutusu olmasına karşın Yunanca aslı “Pandora’nın Kavanozu”dur. 16. yüzyılda Erasmus’un hatalı çevirisi günümüze kadar gelmiştir. Bu bağlamda kavanoz, kadın rahmine benzetilerek kadının cinselliği olarak yorumlanabilir. Geleneksel ataerkil bakışta, kadın cinselliği sürekli gizlenmesi gereken ayıp bir olgu ve tüm kötülüklerin kaynağı olarak görülmüştür. Bu anlatıların üzerinden binlerce yıl geçmesine karşın kadın cinselliği ile ilgili tabular, günümüzde halen etkisini canlı bir şekilde sürdürmekte ve bu tabuların yıkılması büyük bir önem arz etmektedir.
Nietzsche’nin Umuda Bakışı
Pandora’nın kutusundan çıkan umut, diğer kötülüklerin yanında genelde iyi bir şey ve kötülüklere dayanma gücü olarak yorumlanmıştır fakat Friedrich Nietzsche’nin umuda bakışı pek de olumlu değildir. “İnsanca, Pek İnsanca” kitabında şöyle der: “…Pandora’nın getirdiği kabın kötülük kabı olduğunu da, ge¬ride kalan kötülüğü mutluluk verici en büyük şey zanneder, – umuttur o şey. – Zeus, öteki kötülüklerden de fazlasıyla eziyet çeken insanın, yaşamı kestirip atmamasını, hep yeni eziyetler çekmeye devam etmesini istemişti. Bunun için in¬sanlara umudu verdi: aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır.”
İnsanın olduğu her yerde hikayeler de vardı ve insan, tarih boyunca bu hikayeler sayesinde bir arada kaldı, dünyaya anlam verdi. İşte bu yüzden insanın bütün duyguları, ihtirasları, ön yargıları ve zaafları ilmek ilmek işlenmiştir bu anlatılara. Pandora’nın Kutusu da insanların bilinmez olan şeyler karşısında ne kadar aciz olabileceğini ve bunun sonucunda ne kadar büyük ve kötücül sonuçların ortaya çıkabileceğini anlatır. Daha da derinine indiğimizde geleneksel ataerkil bakışın, kadınları nasıl gördüğü ile ilgili içler acısı bir manzara sunar önümüze. Pandora mitinin üzerinden binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen aynı zaaflar bugün de peşimizi bırakmıyor. Şüphesiz insan yine koşacak bilmediğinin peşinden, yine saçacak bütün kötülükleri etrafa ve yine umut edecek kötülükler bir gün sona erer diye.
Kaynakça
• Nietzsche, F. (2015). İnsanca, Pek İnsanca-1 (M. Tüzel Çev.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
• Pandora | Myth & Box. (2020). Retrieved 20 December 2020, from https://www.britannica.com/topic/Pandora-Greek-mythology
• Schlegel, C. & Weinfield, H. (2006). Introduction to Hesiod. Hesiod/Theogony and Works and Days.
Merih Tan
TEREF