Çöpçülerin çocuklarımı… ve hayatımı kurtardığı gün
Bu gün, 11:04

Her pazartesi sabahı çöp kamyonunu beklerlerdi… ta ki o güne kadar.
Her pazartesi, neredeyse kutsal bir gelenek gibi, ikizlerim evin önüne dikilirdi, gözleri parıldayarak. Jesse, dinozorlu pijamasının altıyla, Lila ise simli tütüsü ve çıplak ayaklarıyla, ikisi de heyecandan titrerdi.
Ve her pazartesi, Rashad ve Theo — çöp toplama ekibimiz — kahraman gibi gelirdi.
Her şey basitçe başlamıştı: bir korna sesi, bir el selamı.
Sonra bir gün, çocuklara kaldıraç kolunu çekmelerine izin verdiler. O an, aralarında bir dostluk doğdu.
O andan itibaren pazartesi sabahları kutsal bir ritüel haline geldi.
Ama bir de o pazartesi vardı.
Neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum. Hafta sonu boyunca kendimi kötü hissettim — baş dönmesi, titreme — ama yorgunluğa yordum.
İş, faturalar ve dört yaşındaki iki çocuğumla tek başıma ilgilenmek (babaları geçici bir görevle uzaktaydı) beni tüketmişti.
Çöpleri çıkardım… ve sonra hiçbir şey.
Bir karanlık, bir boşluk.
Bilmediğim — ve hala kanımı donduran şey — Jesse ve Lila’nın her zamanki gibi dışarı çıktığıydı… ama ben onlara katılmamıştım.
Rashad ve Theo geldiklerinde, çocukları çıplak ayakla, ağlarken, yalnız halde buldular… ve düşünmeden harekete geçtiler.
Biri çocukların yanında kaldı, diğeri kapıya koştu.
Kapıyı çaldı.
Yanıt yok.
Kapıyı zorlayarak açtı.
Beni mutfak zemininde baygın halde buldular.
Hemen acil servisi aradılar, telefonumu bulup eşime haber verdiler, çocuklarıma göz kulak oldular.
Ambulans geldiğinde, Lila Theo’nun güvenlik yeleğine sarılmıştı, Jesse ise çöp kamyonunun ön koltuğunda oturuyordu, ne olup bittiğini anlamasa da mutlu mesuttu.
Birkaç saat sonra hastanede uyandım.
İlk sorum şuydu:
— Bebeklerim nerede?
Hemşire gülümsedi ve şöyle dedi:
— Kahramanlarıyla birlikteler.
Ve odadan çıkmadan önce bir cümle daha ekledi; nefesimi kesti:
“Hepimizin birer koruyucu meleğe ihtiyacı vardır. Sizin ikiniz vardı… fosforlu yelekleriyle.”
Edamutfakta_
TEREF