TÜRK HALK EDEBİYATINDA OSMANLI

23-10-2024, 09:04           
TÜRK HALK EDEBİYATINDA OSMANLI
Şalvarı şaltak Osmanlı,
Eğeri kaltak Osmanlı,
Ekende yok biçende yok,
Yiyende ortak Osmanlı!
dörtlüğü anonimdir ve Türklerin Osmanlı yönetimine nasıl baktığını en çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır.
Bir Türk beyliği olan Osmanlı, 16. yüzyıldan itibaren imparatorluğa dönüştükçe ırk çorbası haremlerin meyvesi padişahların, devşirmelerin, gayr-ı Türklerin yönetimine girmiştir. Bu süreçten itibaren de ne yazık ki Türk düşmanlığına soyunan bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk sözcüğüne bile hakaretler yağdıran divan edebiyatı şairleri Padişahlarca desteklenmiş, korunmuş ve ödüllendirilmiştir.
Ayrıntılı bilgi için: (https://www.facebook.com/.../a.573170.../478549675527388/...)
Bu süreç, Osmanlının Türk tebaası arasında şiddetle eleştirilmiştir. Türk halk ozanları da kelleleri pahasına bu saldırılara yanıt vermiştir.
Bu yazımızda işte bu şiirlerden bazılarına yer vereceğiz.
1828’deki Ahıska Savaşı'na katılan Âşık Gülalî’nin Ahıska Destanı’nda yer alan:
Azgur boğazında kavga kuruldu
Hain paşalara altın verildi
Şehir talan oldu evler yarıldı
Vah ki harap oldu güzel Ahıska
biçimindeki dizelerden Köse Mehmet Paşa ve yanındakilerin Ruslardan altın almak suretiyle savaşmadan şehri düşmana teslim ettikleri gerçeği belgelenmektedir.
Alemi yaratan yetiş imdada
Kati çok bunda kaldı fukara
Günden güne oldu zulüm ziyade
Bir acayip halde kaldı fukara
Haneye dokuz yüz düştü salyana
Şüphe yok eriştik ahir zamana
Niceler muhtaç oldu aziz anana
Elleri koynunda kaldı fukara
biçimindeki ifadelerle Karacaoğlan, yoksul köylülerin durumlarını yansıtıp Osmanlı döneminde yöneticilerin baskılarını da açıkça dile getirmektedir.
Karacaoğlan bir başka şiirinde de şöyle söylemektedir:
Çaresiz kalan bir âşığın:
Çıksam dağa ayısı var kurdu var
Düze insem sıtması var derdi var
Köye gitsem tahsildarda vergi var
Şaştım ağam bu salgının elinden
Türkler, yalnızca savaşlarda şehit olmayı göze alacak asker gerektiğinde Osmanlının aklına gelirdi.
Bura Yemendir
Gülü çemendir
Giden gelmiyor
Acep nedendir
Ağır vergiler altında inletilen ve ezilen halk bu nankörlüğü böylece âşığın sazına ses verip türkü yakıp dinlemiştir.
16. yüzyılda başlayan bu tür olaylar daha sonraki dönemlerde de artarak sürmüştür. İşte bu durum halk şiirinde yoksul halkın dili olan âşıklara:
Bütün malım aldın ey kanlı zalim
Şikayet ederim Hüda’ya seni
Garip mecnun gibi perişan halim
Şu fani dünyada ağlattın beni
ve
Demirden kuşluk öşürcüler geldiler
Zahirem samanım bütün aldılar
Bir tek yaba ile beni saldılar
biçimindeki söyleyişleri yanı sıra:
Ki beyler başladı zulme
Ve rağbet kalmadı ilme
Gözün ağla hiç gülme
Zaman ahir zaman oldu
Alırlar kadılar rüşvet
Edip müminlere himmet
Fakire yoktur şefkat
Zaman ahir zaman oldu
gibi zulüm, rüşvet ve yolsuzluğu konu alan destanlar söyletmiştir.
18. yüzyılın önemli âşıklarından Kabasakal Mehmet’in:
Yiyiciler akça ister cereme
Verilen malımız gelmez kaleme
Perişanlık sayi oldu aleme
Kullarına imdat kılın efendim
Akşam olur yiyiciler derilir
Fukara kulların kusurun bulur
Haftada hem üç yüz kuruşun alır
Keyfiyet halimiz bilin efendim
söylediği bu tür şiirlerin yorumuyla ortaya çıkan tablo, sonuçta yoksulların, mazlumların insanca yaşama istemidir.
Osmanlılar döneminde uzun süren savaşlarda yıllarca asker olarak görev yapan halk, şehzadelerin, vezirlerin taht ve çıkar kavgalarında da düşman dışında birbirleriyle savaşmak zorunda bırakılmalarından bıkmış, pek çok insan karın doyurma ve insanca yaşama uğruna canlarından olmuşlardır.
Düzenin bozulması, yol ve erkânın hiçe sayılması üzerine:
Hünkarım dünyaya gel eyle nazar
Duacı kulların ağlayıp gezer
Urumdan Acem’e ismini yazar
Hani erkân hani yol padişahım
Gelirse verme tuğ ile sancak
Rüşvet almağı bilirler ancak
Dünya elden gitti dahi n’olacak
Dünyanın nizamın bul padişahım
Ricalı kibarı devlete hayın
Gizlice küffardan alırlar payın
Fukara kullara vermezler tayın
Sefil sergerdan oldu kul padişahım
diyen Âşık Bahri gibi âşıklar durumu açıklıkla dile ve tele dökmüşlerdir.
Osmanlı’nın Türk halkına zulmü ve baskısı karşısında yer yer direnmeler ve isyanlar baş göstermiş, 15. yüzyılda Bedrettin 16. yüzyıl ve sonrasında Şahkulu, Köroğlu, Bozoklu, Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal, Kozanoğlu, Elbeylioğlu vb. ya ezilen halkla ya da bireysel olarak baş kaldırmış, bu eylemlerin büyük bölümü âşıkların sazına ve sözüne yansımıştır.
Âşıklar, yüzyıllar boyunca Osmanlı feodalizminin yarattığı gerilim sonucu dirlik ve düzen kavgası verip direnen halkın dili olmuşlardır.
16.yüzyılın güçlü âşıklarından Nizamoğlu:
Zulm ile doldu dünya yoktır huzura imkân
Ma’mur olan yerleri zalimler etti viran
biçiminde genel durumu dizelerine aktarırken Osmanlı baskısı sonucu ortaya çıkan haremlik-selamlık (kaç-göç) olayı da âşıkları:
Kul Mustafa’m der ki müşkül halleri
Seyreyleyin sefil olan kulları
Has bahçeden öte ıssız çölleri
Al Osmanlı geçtim m’ola ne dersin
biçiminde söyletmiştir. Bu dönemde, halktan öşür, aşar ve cizye adları altında alınan ağır vergiler halkı inim inim inletmiş, perişan etmiştir.
Vergi artırımı ve memurların vergi toplamayı bir soygunculuk olarak kullanmalarının kabarttığı ayaklanmalar ilk önce Alevi-Türkmen halkı arasında başlamış olsa bile, bunlar Sünni Türk çiftçi halka hatta şehirlere ve kasabalara da sıçramakta gecikmemiştir. Örneğin Halep'te Mal müfettişliği yapmakta olan Kara Kadı adındaki kadının rüşvet yolu ile yaptığı yolsuzluklar ve görevi sayesinde yaptığı soygunlar dayanılmaz bir zulüm haline ulaştığından camiden çıkanlar Kara Kadı ve dokuz arkadaşını öldürmüşlerdir.
Olay, sonuçta Türklerin devşirme ve Türk düşmanı Osmanlı idaresine karşı hak ve özgürlük mücadelesidir.
18. yüzyıla değin Osmanlı'ya karşı direniş şiirleri:
Sayılmayız parmak ile
Tükenmeyiz kırmak ile
Başkasından sormak ile
Kimse bilmez ahvalimiz
dizelerinde olduğu gibi genel bir karşı koyma tavrını, halkı da katarak isyancı bir eda ile dile getirirken Türk halk hareketlerinin şiddetle bastırılması sonucu bireysel direnişleri dile getiren şiirler ortaya çıkmıştır. Bu asırdan itibaren âşıklarda:
Herkes endamına verir ziyneti
Baştan çıkardılar bütün milleti
Batırdılar gitti din ü devleti
Bozuldu Resul’ün yolu erkanı
biçiminde ifadesini bulan düzen eleştirici şiirlerin ön plana çıktığı görünmektedir.
Pir Sultan Abdal, vezir ve memurlarının kişiliğinde Osmanlı yönetimini eleştirmiş, Osmanlı valisi Hızır Paşa’ya meydan okurken mücadeleci, yılmaz, inançlı ve inatçı tavrından hiç ödün vermemiş:
Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend işte boynum asarsa
İşte hançer işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
biçimindeki söyleyişleriyle belli bir dönemde bozuk düzene karşı direnişin simgesi olmuştur ve düşünceleri uğruna kendini feda etmekten çekinmeyen bir destan kahramanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde devlet düzeninin bozukluğu, yöneticilerin zulmü, kadıların bağnazlığı, haram yemesi ve yalan fetvalar vermeleri, konumlarıyla eylemlerinin birbirine uymaması:
Fetva verir yalan yulan
Domuz gibi dağı dolan
Sırtına vururum palan
Senin gibi hayvan var mı
deyişinde görüldüğü gibi çarpıcı biçimde dile getirilmiştir.
Pir Sultan’ın deyişlerinin temelini bozuk toplum yapısının eleştirisi oluşturur. Pir Sultan’ın deyişleri her türlü haksızlığa karşı toplumun ortak vicdanının sesidir. Eleştirilerden “Fetva vermiş koca başlı kör müftü” deyişiyle kadılar, “Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa” deyişiyle paşalar payını alırken “Masumlar boğdurur padişahım var!” gibi deyişleriyle de padişahlar payını alır.
Osmanlı döneminde haksızlıklara dayanamayıp başkaldıran, sazı-sözü ve eylemleriyle dikkatleri üzerine çeken bir âşık da Köroğlu’dur.
Köroğlu’yum kayakarı yararım
Halkın kılıcıyım hakkı ararım
Sultan padişahtan hesap sorarım
Uykudan uyanan katılır bana
diye ünleyen âşık, geniş kitlelerin uzak-yakın umutlarını gerçekleştirmek için ortaya çıkan bir Türk yiğitlerinden biri daha olmuştur.
Yüzyıllar boyu halkla ve köylü ile ilgilenmeyen saray adamlarından birinin Şarkışla’dan geçerken toplanan köylülerin hatırını sorması üzerine topluluğun arasında bulunan Serdari’nin:
Nesini söyleyeyim canım efendim
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhal eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kırılmış kolumuz bizim
Sefil rençberin yüzü soğuktur
Yıl perhizi tutmuş içi koğuktur
İneği davarı iki tavuktur
Burdan gayrı yoktur malımız bizim
Benim bu gidişe aklı ermiyor
Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim
Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
Elinde kamçısı fakiri ezer
Yorganı döşeği mezatta gezer
Hasırdan serili çulumuz bizim
Serdari halimiz böyle n’olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Memurlar yıkılıp viran olacak
Akibet dağılır ilimiz bizim
deyişi Osmanlı döneminde halkın genel durumunu ve âşıkların serzenişlerini dile getiren ilginç örneklerdendir.
Dadaloğlu da Türk kırmayı çok seven Osmanlı Padişahlarına "Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir!" diyerek kafa tutmaktadır.
Alevisi-Sünnisi bütün Türklerin bu Osmanlı ve Osmanlıca meselesini bütün bu bilgiler ışığında yeniden değerlendirmesinde yarar vardır!
Merih Tan
TEREF












Teref.info © 2015
E-mail: n_alp@mail.ru            Telefon: 051 933 93 21            Baş redaktor: Nurəddin (Xoca) İsmayılov
Məlumat internet səhifələrində istifadə edildikdə müvafiq keçidin qoyulması mütləqdir.