ANADOLU GREK (Yunan)DEĞİLDİR- HİÇ OLMADI ! ANADOLU'DA ANTİK ETNOJENEZ
Bu gün, 11:14
Yunan aldatmacası
Anadolu’da antik etnojenez denildiğinde herkesin aklına bir Yunan kültürü bir Helen kültürü gelmektedir. Batılıların bize pompaladığı Avrupamerkezci bir bakış açısıyla ve maalesef Cumhuriyet’in genç dönemlerinde de Batı hayranlığı nedeniyle Yunan klasikleri diyerekten çevrilen yazılarla, sanki bu bölge Yunan uygarlığının alanıymış, burası Yunan ulusunun bölgesiymiş gibi bir kavram ortaya çıkmıştır.
Doğru bir tarih bilgisiyle olaya baktığımızda kazın ayağının öyle olmadığı, yani gerçeklerin hiç de böyle olmadığı ortaya çıkmıştır. Önce şu terimlere bakalım:
Yunan: Yunan kelimesi Pers İmparatorluğu’nda Darius tarafından Batı Anadolu’daki büyük satraplığa verilen isimdir. Karya, Likya ve Pamfilya bölgesi Yunan satraplığıdır. İç Anadolu’daki Kapadokya Satraplığı, Adana çevresindeki Klikya Satraplığı ve dördüncü olarak da Kuzeybatı Anadolu’daki satraplıklardır.
Bu boyutuyla bakıldığı zaman bu bölgeler hiçbir şekilde klasik anlamda Grek değildir. Yunan kelimesinin de Greklerle özdeşleştirilmesi bizim tarihçilerimizin bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır.
Grekler üç kabile olarak; Dorlar, İyonlar ve Elionlar olmak üzere Mora ve Ege kıyılarında koloniler oluşturmuş bir topluluktur. Sayılarını topladığımız zaman otuz bin kişilik bir ordu oluşturabilecek konumdadır.
Ama bu kolonilere karşı çıkan ve onlarla sonuna kadar savaşan kuzeyde Bithynia ve İznik bölgesini kapsayan bölgedeki halklar olan Traklardır. Traklar Avrupa’dan gelen bir topluluktur. Güneye inildiği zaman Karyalar, Lidya’nın devamıdır. Lidya’nın dağılmasıyla Karya ve Likya gibi etnik gruplar ortaya çıkmıştır. Bu gruplar kesinlikle anti-Grek’tir.
Kuzeydeki alana geldiğimiz zaman İyonya ve Elionlar karşısında yer alan bölge, tarihten de bildiğimiz Truva’dır. Burada da Greklerle hiçbir ilgisi olmayan bir halkın varlığı söz konusudur.
Bu halk Frigyalılar dediğimiz bir etnik grup olarak Traklarla beraber Trakya’dan gelen bir gruptur. Benzer büyük bir etnik grup olarak da Keltlerden olan Galatlar gelmiştir.
Bu durumda Batı Anadolu’daki ve Anadolu’daki halkı Grek olarak almak tarihin en büyük yanılgılarından biridir.
İkincisi Makedonlar, İskender’in Atina’yı fethetmesinden sonra Greklerin büyük bir bölümünü sürgüne uğratmışlardır. Bu sürgünle beraber Grekler tümüyle bölgeden ayrılmıştır. Ama diğer taraftan Ege kıyılarında koloni halindeki Grek askerleri ise paralı askerler olarak Anadolu’daki Pers devletinin hizmetine girmişlerdir.
Yani Karya, Likya, Klikya, İç Anadolu’da Kapadokya ve kuzeydeki Bithynia bölgelerindeki satraplar tümüyle Persler’in yönetiminde olan satraplıklardır. Pers-Yunan savaşlarına baktığımız zaman Pers ordusunun İran’dan çıkıp Peloponnes’i fethetmesi değil, Ege kıyılarından hatta Ege adalarından çıkarak Peloponnes’i ve Tesalya’yı fethetmesi söz konusudur.
Tarihimizi doğru anlamamızda bizi yanıltan nokta budur. Yunanlıların dediğimiz bu bölge hiçbir zaman Grek değildir. Yunanlı dediğimiz bölge Darius’un satraplığıdır ve Pers ismidir ve bu Pers isimli bölgenin, Yunanlıyla hiçbir ilgisi olmadığı gibi tam tersi İranlıdır.
Pers yönetimi bu bölgedeki Anadolu etnilerinin üzerinde egemenliğini sürdürmüş, onları kendi yönetimlerine bırakmış; ama İranlılaştırma sürecine girmiştir. Darius’un meşhur 300 Spartalı filmindeki büyük atağı İran’dan değil Anadolu kıyılarındandır. Bugün Foça’da da İranlıların yerleşim yerinin mezarları vardır. Sart, İran’ın başlıca satraplıklarındandı.
Büyük İskender İmparatorluğu
Batı Anadolu’daki halkı Grek olarak almak tarihin en büyük yanılgılarından biridir. Makedonlar, İskender’in Atina’yı fethetmesinden sonra Greklerin büyük bir bölümünü sürgüne uğratmışlardır. Bu sürgünle beraber Grekler tümüyle bölgeden ayrılmıştır.
Anadolu’da Helenistik dönem
Daha ilginç bir nokta, Yunan karası dediğimiz, bugünkü Yunanistan, aslında Grek olan bölgedeki tüm orijinal Grek kabileleri İskender tarafından sürgün edilmiş veya asker olarak götürülmüştür.
İskender’in Trakya’dan Anadolu’ya girip ilk savaş yaptığı bölge Biga Çayı’dır (Granikos). Biga Çayı’nda İskender’in karşısında yer alan Darius’un ordu komutanlarının emrinde yirmi bin Grek paralı asker vardı. İskender savaşı kazandıktan sonra bu Grek paralı askerlerin tümünü sistematik bir şekilde katletmiştir.
Keza ikinci savaş Karya’da olmuş, Persli komutanların emrindeki Grek askerler aynı şekilde Makedonların hedefi olmuştur. En büyük Grek nüfusunun katledilişi, Klikya’daki İssos Savaşı’nda gerçekleşmiştir. Pers ordusunda paralı asker olan Greklerin tümü öldürülmüştür.
İskender’den sonra Selevkoslar döneminde Grek sürgünlerin Mora’ya dönmelerine izin verilmiş; fakat bu sürgünler daha sonra dönememiştir.
Bu anlamda artık İskender sonrası dönemde hiçbir şekilde bugünkü Yunanistan denilen bölgede Grek kalmamıştır. Anadolu dediğimiz kıyılarda da İskender’in savaşları döneminde ilk hedef aldığı askerler Grekler olmuştur.
Pers ordusundaki Grek paralı askerlerinin tümüyle katledilmesinden sonra Selevkoslar döneminde İskender’in generallerine Anadolu’da başkaldıran bölgeler tümüyle Pers yönetimindedir ve Miltiades ailesi ünlü bir aile olarak burada bu mücadeleyi vermiştir.
Trabzon, Samsun ve Giresun gibi Grek kolonileri burada önemsiz bir pozisyondadır. Ama buradaki halk Anadolu’daki Mosklar gibi Pers yöneticiler tarafından yönetilmektedir.
Keza Kapadokya’da da aynı yöneticiler vardır. Klikya’da da aynı durum söz konusudur.
Bu durumda Anadolu’da Helenistik dönem dediğimiz dönemin, antik Grekçenin konuşulmasından başka Helenizmle hiçbir ilgisi olmayan bir dönem olduğu görülmektedir. Kaldı ki İskender de Makedonluğu öne çıkararak Grekliği tümüyle tarihten silme çabasındadır.
Bunu benzetmek istersek Pakistan’ın ve Hindistan’ın İngilizce konuşması ne kadar İngilizse, Anadolu da o kadar Grektir.
Bu boyutuyla bakıldığında Anadolu’daki Grek dilinin konuşulması ticari anlamda Grek kolonilerinin başarısıyla ortaya çıkmıştır. Ama daha sonraki dönem Roma’nın gerek Makedonya’yı gerek Peleponnes’i gerek Anadolu’yu fethetmesiyle karşısında ilginç bir biçimde Persli Miltiades’in durduğunu görmekteyiz.
Anadolu’daki savaşta ise Romalılara hizmette bulunan Galatlar olmuştur. Galatlar, Keltler olarak Anadolu’ya giren kabilelerdir ve bu noktada Romalılar’ın hizmetinde yer almışlardır. Anadolu’nun Romalılar tarafından fethedilmesi sonrası artık bu bölge bütünüyle Latince konuşan bir halka dönüşmüştür. Konstantinopolis denilen İstanbul da bu süreçte kurulmuştur.
Burada durum giderek Greklerin oluşturduğu çok tanrılı dine karşılık Rumların yani Romalıların oluşturduğu tek tanrılı Hıristiyanlık birbirinin zıddıdır. Yani Grekler’le Rumlar arasında hiçbir ilişki yoktur, birbirinin zıddıdır. Ama sanki Greklerle Rumlar birbirinin devamı gibi gösterilmektedir.
Yunan ve Grek kavramları
Yunanlılar ise, Yunan deyimini doğru kullandığımız zaman Batı Anadolu’daki Pers kolonilerine verilen ortak bir satraplık ismidir. Biz bunu alıp Grekler olarak kullanmamız cahilliğimizdendir.
Roma’nın Anadolu’da var olan etnilerin tümünü Hıristiyanlık çatısında birleştirerek Hıristiyanlaştırması bir Rum etnosu ortaya çıkarmıştır. Bu Rum etnosu, Grekle hiçbir ilgisi olmayan tam tersi anti-Grek Anadolu halkıdır: Friglerdir, Karyalardır, Bithynialardır, Galatlardır ve bu halklar kesinlikle ve kesinlikle anti-Greklerdir. Anadolu’da Romalılar’ın egemenliği döneminde etnik olarak Grek kalmamıştır.
Dil olarak ise İskender’in Grekçe konuşması bunları Helenleştirmez, Yunanlaştırmaz. Söylediğim gibi Pakistanlıların ve Hindistanlıların İngilizce konuşması ve bu sebeple İngilizleştikleri kadar; bu bölge de Grekleşmiştir.
Ama etnik olarak da Grek kalmamıştır. Çünkü Roma, Peloponnes’i ve Teselya’yı fethettiği zaman buralar boş alanlardı.
Anadolu’ya gelindiği zaman etnik halkların Roma’yla mücadelesi Pers iktidarlarına karşı yapılan bir mücadeledir. Perslerden alınmış bir yapıdır. Bu boyutuyla bakıldığı zaman geçen yazılarımda bahsettiğim Yunanlı milletvekili “Türkler de İranlılarla aynı ırktandır” derken vurguladığımız noktadadır. Buradaki Perslerin ve Anadolu’daki etnik halkların Rumlaşması hiçbir zaman Grekleşme değilir. Bu Rumlaşma, Roma’nın ürünü olarak karşımıza çıkmıştır.
İşte tarih yazımında Rum İmparatorluğu’na Bizans İmparatorluğu diyerek, sanki bu Grek imparatorluğuymuş gibi, Greklerin yeniden canlandırılması gibi bir çarpıtma yapılmıştır. Oysa gerçekte hiçbir zaman böyle olmamıştır. Artık Grek de Yunan da kalmamıştır.
Yunanlar, Persler’in satraplığı olan bir alandır. Anti-Grek Anadolu halklarıdır. Kayra’dır, Likya’dır, Pamfilya’dır, Frigya’dır ve bunların hiçbirinin Greklerle ilgisi yoktur.
Türkler’in gelişi ve etnilerin yeniden biçimlendirilişi
Bu haliyle bakıldığı zaman Anadolu’daki Rumlaşma döneminde Hunların, Alanların daha sonra Kıpçakların Anadolu’ya girmesi yaygın bir olaydır ve bunlar Alparslan’ın Anadolu’ya girmesinden evvel buraya gelmiş topluluklardır.
Bu şekilde Turan’dan gelen Kimmerler ve İskitler Türklerin bölgesinden gelmiştir. Anadolu’daki bu etnileri yeniden biçimlendiren topluluklardır.
Anadolu’daki antik halklar Roma tarafından Rumlaştırılmış yani Hıristiyanlaştırılmış ve Türkler Anadolu’yageldiği zaman karşılarında Hıristiyanlaşmış bir halk bulunmaktadır. Bu halk hiçbir şekilde Grekle ilgisi olmayan bir halktır. Latin dilini konuşan bu halk esas olarak kendini Romeus olarak sunmaktadır.
Selçukluların Anadolu’daki savaşlarında karşılarında büyük miktarda Peçenek ve Kıpçak ordusunun bulunması ve bunların savaşta Selçuklular’ın yanına geçmesi Diyojen’in yenilmesine yol açmıştır. Keza aynı şekilde İlhanlılar’ın Anadolu’ya gelmesinden sonra Selçuklu yıkılmış; İlhanlılar’ın buraya Doğu Türkistan’dan getirdiği Uygurlar Anadolu’da yerleşmişlerdir. Bu halklar daha sonra Osmanlı’yı biçimlendiren temel formasyonu oluşturmuşlardır.
Osmanlı’nın oluşum sürecini daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi; Roma döneminde Anadolu’ya getirilmiş Kıpçaklar ve Alanlar Osmanlı’yla savaşan topluluklardır ve bunlar Ak Tatarlar denilen savaşçı Tatarlardır.
1250’li yıllarda Bulgaristan’a ve Atina’ya kadar inen Altınordu Tatarları bu bölgeye yerleşerek etnik bir yapılanma oluşturmuştur. Osmanlı Türklerinin bu bölgeye girmesiyle bölgedeki kaynaşma bu temel üzerinde gelişmiştir.
Tarihe bu gerçeklerle baktığımız zaman bu bölgede Türksüz bir tarih yazabilmek mümkün değildir. Yeniçerilerin ordusunda değişik etnilerden halklardan bulunması Osmanlı’nın Türk olmadığını söylemek için mümkün olan bir veri değildir. Zaten Türk Ordusu II. Mahmut’tan sonra tamamen Anadolu’dan, Türk kaynağından alınan çocuklardan oluşmuştur. Geçmişte balkanlar’dan gelen Hıristiyan çocukları olsa da bu bölge yoğun olarak Türklüğün kaynaştığı bir bölgedir. Bu Türk bölgesi de Avrupa Türkiyesi’ni yaratmıştır. Osmanlı döneminde Gelibolu üzerinden Avrupa’ya giren akıncılar gibi Yörük kabileleridir ve aynı zamanda kuzeyden gelen Türklerin de bu bölgede varlığı söz konusudur.
Anadolu’da Türklük
Bu gerçeklere rağmen kalkıp da Osmanlı Devleti’nin Türk olmadığını ve Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğu zaman derleme bir ulus yarattığı söylemlerinin aksine kesintisiz bir Türk ulus tarihi olduğunu görmekteyiz.
Bunu daha açıklıkla son Çin katliamından sonra ortaya çıkmıştır. En Türk düşmanları dahi bu bölgeye gidip tarihi biraz incelediği zaman Türklerin ne kadar kesintisiz bir tarih içinde yer aldığını; Uygurların İlhanlılar zamanında gelip Tokat civarında beylikler kurduğunu aynı şekilde Varsakların Doğu Türkistan’dan gelip Batı Anadolu’da yerler aldığını, keza Kıpçakların Çandarlı Beyliği’nde yer aldığını görünce Türkleşmenin ne kadar yoğun olduğu ortaya çıkmaktadır.
Sadece insan etnik temelinde değil; Akbaş denilen beyaz çoban köpekleri İlhanlılarla beraber Anadolu’ya gelen köpeklerdir. Bunlar kuzey kökenli Nogay köpekleridir. Bembeyaz, iri kemikli bu soğuk köpekleri Kızılcahamam, Eskişehir ve Bilecik civarında da halen etnik kimliğini bozulmadan görülmektedir.
Bu anlamda Anadolu’ya gelen Türkler’in Yalçın Küçük’ün vurguladığı “Yalnız askerler gelmiş ve bu halkla birleşmiş melez olmuştur.” tezi tamamen komik bir olaydır.
Obaların buraya yerleşmesi bir haftada-bir günde değil, yıllarca süren bir süreç olduğu ve bu sürecin nasıl diyalektik bir süreç izlediği ancak bilim adamı vasfıyla olaya yaklaşınca görülmektedir. Yalçın Küçük’ün “Türkler buraya gelirken askerdi, sonra melez oldu.” söyleminin ne kadar yanlış olduğunu görmekteyiz.
Galatlar ve Ketler Anadolu’ya girerken paralı asker olarak gelmişlerdir; ama karıları, kızları ve obalarıyla gelmişlerdir. Dörtlü örgütlenmeleriyle Anadolu’nun her yanında, dağlarda yerleşim yerleri kurarak Anadolu’da işlevlerini sürdürmüşlerdir. Yani hiçbir göçer kabile karısını bırakarak batıya gelmemektedir.
Aynı yorumu Gumilev de Hunlar için yapmaktadır. Hunlar, Çin’den kaçarak gelmemekte, erkekler bozkırda peri kızlarıyla çiftleşerek melez Hunlar oluşmaktadır diyerekten Türk tarihini çarpıtma noktasına gitmektedir.
Türkçü olarak gördüğümüz Gumilev Osmanlı’nın Türk olmayıp; Slav, Bulgar, Sırp ve Fars gibi karışık olduğunu ileri sürmektedir. Oysa etnik temeline baktığımız zaman bozkırdaki Türkmen grupları, aynen Türkistan’da ve Balkanlar’da da görülen gerçek bir olgudur. Köpekleri bile saflaştıran bu halk kendisi de aynı şekilde saflığını korumuştur.
Halil İnalcık’ın söylediği gibi 1500’lü yıllara gelindiğinde Anadolu’da 2000 tane, İç Anadolu’da 2400 tane Hıristiyan’ın kaldığı, Anadolu’nun bütünüyle Türkleştiği bir gerçektir. Türkler Orta Asya bozkırında boydan boya giden bir federasyonun birliğini oluşturan bir etnojenezdir.
Diğer taraftan taşı bile kalmamış Greklerden bir Yunan devleti çıkarma, Bulgarlardan bir Bulgar devleti çıkarma gibi çabalarda bunların etnik kimliklerinin tartışması olmamasına karşılık, bütünüyle Türkleşmiş bir bölgede ve hatta Batılı kışkırtmalar olmasa Rumların, Ermenilerin yani Hıristiyanlığın da Türkleştiği bir süreci yaşayan Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda Türklüğün olmadığı tezi tamamen hayali bir olgudur.
Batının uydurma ulusları ve Tarihsel uluslaşma süreci
Diğer taraftan Yunanlı deyimi de doğru kullanılmalıdır. Darius’un satraplığına verdiği isimdir ve Greklerle hiçbir ilgisi yoktur. Daha da komiği Helenistik dönemi yaydığını söyleyen İskender bizzat Pers ordusundaki paralı asker görevi yapan Grek falanjlarının tümünü acımasızca kıyarak tarihin ilk soykırımını Greklere karşı yapmıştır. İlk sürgünü de İskender, Grekleri Mora’dan ve Peleponnes’ten sürerek yapmıştır.
O halde durum böyleyken olmayan etnilerden etniler çıkararak uluslar yaratma çabasın karşımıza çıkmaktadır. Oysa bin yıllık süreçte sürekli devam eden bir ulusu yok saymaktadır.
Ulusal devlet kavramına da baktığımız zaman Batının uydurduğu Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Yunanistan gibi etnik devletler gibi etnisitesi kalmamış topluluklara pompalanan bu durum; aynı şekilde Ürdün, Suriye, Irak gibi petrol bölgelerine bölünmüş bölgelerden ulusal devleter yaratılmaktadır.
Keza Kırgız, Kazak, Özbek, Karakalpak ve Başkır gibi aynı Tatar ulusunun bütününü oluşturan bu toplulukları da yine uluslara böldüğünü ileri süren emperyalizm karşımızda tarihten bir tokat yemektedir.
Emperyalist güçlerin kendi çıkarları için yarattığı devletler değil, tarihsel uluslar tarihsel süreçler içinde kurulmuştur. Bunu en güzel Marks söylemektedir. Tarihsel uluslar olarak Kutsal Roma İmparatorluğu Germen ulusunu, Franklar Frank ulusunu; Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı da Anadolu-İran Türk ulusunu oluşturmuştur.
Anthony Smith’in “Ulusların Etnik Kökeni”ne baktığımız zaman bugün uydurulan birçok ulusun tarihsel kökeninin olmadığı, aslında Pakistan’ın ve Afganistan’ın Timur’un oğullarının oluşturduğu bir ulus olduğu görülmektedir. Ama bunların kendilerine ayrı bir ulus tarihi çıkarmaktadır. Engels’in de söylediği gibi etnik olarak Grek diye bir ulus kalmadığı halde, tarihten kaldırılmış kavramlarla Grek ulusu yaratılmakta ve sınırları yayılabilecek her yöne yayılmaktadır.
Bu uydurma Grek ulusu kavramını engelleyen Mustafa Kemal’in aslında Türkiye’deki hem Türklüğü hem de Müslümanlığı koruduğu da bir gerçektir. Çünkü bu ordular Roma’yı ihya etmek için saldırı yapmaktadır. Ama bu saldırıda yine bir çelişki vardır. Roma anti-Grek’tir. Anadolu’daki halkın Hıristiyanlaşmasıyla oluşmuştur.
Bu biçimde yapılan manipülasyon Roma’ya Bizans demek, Bizans’ı Grek olarak almak ve buradan da Yunanistan’ı Grek çıkartıp bunu İstanbul’a taşımak komiklikten başka bir şey değildir. Buna inanan birçok insanın da İsmet Paşa zamandaki klasikler nedeniyle beyinleri yıkanmıştır.
Anadolu’da gördüğümüz her harabe bu antik Anadolu etnilerine aittir. Daha sonra Türkleşme süreci bölgeye girmiştir ama Türklerle Rumlar bölgede karşılaşmamışlar tersine tarihsel etnojenez sürecinde farklılaşma ve göçlerle Anadolu kendi kimliğini bulmuştur.
Türk etnosu en sağlam etnoslardan birisi olarak var olmaktadır. Çünkü sürekli Orta Asya’dan gelen taze kanlarla sürekli yenilenmiştir. "
Prof.Dr Şener Üşümezsoy
SAKLI TARİH