3 Mart 1949’da Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Peyik köyünde dünyaya gelen Sinan Kazım Özüdoğru, üç kardeştiler.
Bu gün, 08:54

Oldukça kalabalık bir sülalenin bir parçası olan Özüdoğru ailesi arazi olarak varsıl bile denilebilecek durumdaydı. Yaptıkları tarımın fazla bir getirisi olmasa da yaşam düzeyleri dönemin Türkiye’sinin köy koşullarına göre iyice sayılırdı. Ancak, Marshall yardımı altında kullandırılan kredileri ödemekte zorlanmaya başlayınca Özüdoğru ailesine göç yolları görünür.
Bu arada, anne Fatma Özüdoğru 1958’de, Sinan Kazım henüz 9 yaşındayken vefat eder. İlkokulun ilk üç sınıfını Peyik köyünde okuyan Sinan Kazım, dördüncü sınıfı Sarıkaya köyünde, beşinci sınıfı Ortaköy nahiyesinde okur. Ortaokul için ise Sivas’a, akrabalarının yanında gider. Ortaokulu bitirdiği yıl, babası Ali Özüdoğru Ankara’ya göç etme kararı alır ve TRT’de odacılık yapmaya başlar. Sinan Kazım için ise Atatürk Lisesi günleri başlamıştır.
Sinan Kazım 60’ların başında köyden kente göçen, kentte kıt kanaat geçinebilen bir ailenin çocuğu olarak erken yaşlardan itibaren çalışmaya başlar. Liseyi bitirdiği yıl, yaz tatilinde, İskenderun Demir Çelik Fabrikası’nın inşaatında çalışarak üniversite parası biriktirir. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdiğinde de, ortaokul yıllarından beri dönem dönem yaptığı ayakkabı boyacılığını sürdürür.
Yıldırım Türker; “60’lar Ankara’sının orta sınıf memur semtlerinden birinde yaşardık. 11-12 yaşlarında olsam gerek. Bir akşamüstü sokaktan geçen bir boyacıyı, annemin heyecanla eve çağırışını hâlâ hatırlıyorum. Utangaç bir delikanlı, Züğürt Ağa’nın domates satışı gibi zar zor ‘boyacı’ diye bağırıyor, sanki ‘aman inşallah kimse duymamıştır’ der gibi mahçup bir edayla, etrafına bakıyordu. Nitekim anam da delikanlı evin holünde ayakkabıları boyarken onu sorguluyordu. ‘Oğlum sen boyacı değilsin. Anlat bana.’ Adı Sinan Kazım’dı. O günden sonra ailenin en büyük oğlu oldu.(...) Daha sonra kaçak konumundayken de hep evin bir anahtarı ondaydı. Bazı geceler geç saatte gelir, kapıya yakın odada, kendisi için hazırlanmış yatakta uyur, sabahları biz uyanmadan da giderdi. (...) Sinan Kazım Özüdoğru’dan bende şefkatli tebessümü kalmış. Hep biraz mahçup, hep sevgi dolu...”
Sinan Kazım, sesinin ve diksiyonunun güzelliği sayesinde, TRT’de 1969 yılında yayınlanan “Köyden Kente” programının sunucusu olarak ekranlarda görünür. Ne yazık ki o programın kayıtlarını TRT arşivlerinden temin etme imkânı - şimdilik – bulunamadı. Çünkü TRT arşivi o yılların kayıtlarına sahip değil imiş!
Sinan Kazım’la ilk ve ortaöğretimde aynı sıraları paylaşanlar onu şu özellikleriyle hatırlıyor:
Atak, gözüpek, çalışkan... Hüzünlü bir tebessüm ve davudî bir ses...
Liseyi bitirdiği yıl Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başlar. Sene 1966...
Fikir Kulüpleri Federasyonu, üç sene sonra, 10 Ekim 1969’daki kurultayda DEV-GENÇ’e dönüşür…
DEV-GENÇ’in 18 Ekim 1970 tarihindeki seçimlerinde Sinan Kazım Özüdoğru da Genel Sekreterliğe seçilir.
Mahir Çayan’ın kaleme aldığı “Kesintisiz 1-2-3” olarak bilinen teorik yazıların tartışmalarına aktif olarak katılır.
Ve öyle bir iz bırakır ki yoldaşları, Sinan Kazım için şu değerlendirmeyi yapar: “Ağır bir elmastı o.”
Sinan Kazım Özüdoğru, Sosyal Hizmetler Akademisi'nden arkadaşı Rüçhan Manas ile evlenir ve Ankara'da Hacettepe’nin arka mahallelerinde bir gecekonduda yaşamaya başlar. Bekârlık yıllarında sık sık kapısını çaldığı Türker ailesine artık Rüçhan Manas’la birlikte gider. O ziyaretlerde konuşulan konular o günlerin politik ortamıdır. Yıldırım Türker anlatıyor:
“Anamın gelini muamelesi yaptığı Rüçhan Manas’la birlikte Sinan Kazım’ın babam ve anamla oturup yemek masasında tartıştıklarını hatırlıyorum. Babam, ‘en önemlisi yaşamanız’ diyordu. Sinan ve Rüçhan da sevgiyle gülümsüyor, inancı uğruna yanmaya hazır her genç insan gibi sanki artık ana babamın ardında bir yere bakıyorlardı. Kızıldere yolu görünmüştü.”
Sinan Kazım, Saffet Alp ve Sabahattin Kurt, Mahir Çayan'lardan önce Kızıldere’ye gelir.
Birkaç gün sonra cenazelerinin çıkacağı o eve yerleşirler. Sonrası biliniyor.
Özüdoğru ailesi Sinan Kazım’ın cenazesini almaya Niksar’a gittiğinde, devlet hastanesinin morgunda değil, güneş almayan serince bir odaya atılı vaziyette bulur naaşını. Vücudu kurşun ve şarapnel yaralarıyla doludur Sinan Kazım’ın. Yetmiyormuş gibi bir de alnına sıkılmış bir kurşun yarasını görünce, aile artık hiç unutamayacakları bu görüntü karşısında çaresiz hüzün veşok içinde o “ağır elmas”ı tabuta yerleştirir.
Hastane tabut vermez, yardımcı da olmaz. Yüksek bir ödeme karşılığında bir tabut yaptırılır alelacele. Hastanenin dışında ise faşistler, Özüdoğru ailesini yaşadıkları evlat acısına rağmen hakaret ve küfür salvosuyla bekliyordur.
Niksar'da aile o üzüntü ve dışarıda bekleyen saldırgan grubun tacizleriyle tedirginlik içindedir. Sinan Kazım’ın naaşını tabuta yerleştirmeye çabalarken, alnına sıkılmış kurşun ve vücudundaki onlarca kurşun yarasının dışında bir de henüz fark ettikleri bir görüntü ile karşı karşıya kalır: Sinan Kazım’ın ayak kısmı yoktur. Bombanın parçaladığı ayağının Kızıldere’deki evde kaldığı anlaşılır. Aile bu haliyle alır oğlunu. Kızıldere’ye, o eve, Sinan Kazım’ın kopmuş ayağını aramaya gitmeye ne vakit vardır, ne de imkân.
Cenaze alındıktan sonra tutulan bir taksi ile Ankara’ya doğru yola çıkılır. Tabutun bagajında olduğu araba Ankara’ya girişte polis tarafından durdurulur. Zaten beklendikleri bellidir. Arabadan indirilen aile bireyleri polislerce insafsızca, vicdansızca dövülür.
Yolu kesen polisler tarafından aile fertleri Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne götürülüp, taciz ve tartaklamaya maruz kalırlar iken, Sinan Kazım’ın cenazesi Karşıyaka Mezarlığı'na götürülür.
Yıkanmadan, kefenlenmeden, Kızıldere’de giymiş olduğu, kanlı ve kurşunlanmış giysileriyle beraber. apartopar gömülür.
Ozdemir Hasan
TEREF