Fenike kıyılarında Europa adında olağanüstü güzellikte bir prenses yaşardı. Onun güzelliği sadece ölümlülerin değil aynı zamanda tanrıların da dikkatini çekti. Olimpos'un güçlü kralı Zeus, arkadaşlarıyla birlikte kumsalda yürürken onu izlerken derinden büyülenmişti. Onu fethetmeye kararlı olarak tanrıların bile gözlerini kamaştıracak bir plan tasarladı.
Zeus, görünüşünü, kar gibi parlak kürkü ve güven saçan sakin gözleriyle görkemli beyaz bir boğaya dönüştürdü. Sıradan bir boğa değildi, varlığı korkudan çok huzur veriyordu. Hayvanın güzelliğinden etkilenen ve hayran kalan Avrupa, onu sevmeye geldi.
Uysal ve nazik boğa ayaklarının dibine uzandı ve onu ona binmeye davet etti. Avrupa kendinden emin bir şekilde daveti kabul etti. Ancak boğa onun sırtına oturur oturmaz ayağa kalkıp denize doğru koşmaya başladı. İlahi bir güçle kendini sulara attı ve Europa'yı sırtına tutunarak suları geçmeye başladı.
Yolculuk sırasında Avrupa hem korkuyla hem de şaşkınlıkla doluydu. Hâlâ kılık değiştirmiş olan Zeus ona teselli edici sözler fısıldadı. Sonunda Zeus'un gerçek kimliğini ortaya çıkardığı Girit adasına vardılar. Europa, tanrının heybetli huzurunda özel bir kader için seçildiğini anladı.
Zeus, sevgisinin bir göstergesi olarak ona ilahi hediyeler verdi: büyülü bir kolye, avını asla kaçırmayan bir köpek ve adayı koruyacak olan Talos adında devasa bir bronz otomat. Ayrıca Europa, Yunan mitolojisinde çok önemli bir rol oynayan üç oğlunun annesi oldu: Minos, Rhadamantis ve Sarpedon.
Bu hikayeye bir övgü olarak Zeus, boğa formunun anısına Boğa takımyıldızını gökyüzüne yerleştirdi. Aynı şekilde Avrupa kıtası da bu prensesin antik dünyanın tarihi ve kültüründeki öneminin bir sembolü olarak onun adını taşıyor.
Bu hikaye sadece Zeus'un kurnazlığını ve gücünü değil, aynı zamanda Yunan mitolojisinin mitleri etrafımızı saran doğal ve kültürel unsurlarla nasıl iç içe geçirdiğini de yansıtıyor. Bu hikaye hakkında ne düşünüyorsunuz?
Muhittin Yalçınkaya
TEREF