"BEDELİ ÇANAKKALE’DE KANLA ÖDENECEKTİR!. -

24-03-2025, 10:54           
"BEDELİ ÇANAKKALE’DE KANLA ÖDENECEKTİR!. -
Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken 1914 yılında gönüllü olarak Çanakkale Savaşına katılan 17 yaşındaki Asteğmen Mehmet Muzaffer, Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Çanakkale’deki birliklerin büyük kısmı, Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevk edileceklerdi.
Hazırlanma ve noksanlarını ikmal emri aldılar. Çanakkale’de birliğin alay karargahında “Zabit Namzedi” olarak görev alan ve aldığı emir gereği İstanbul’a kamyon ve otomobil lastiği satın almak için gelen Mehmet Muzaffer, icap eden paranın kendisine verilmesi için Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi aldı.

Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakamın huzuruna çıktı. Kaymakam, uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında esas duruşta bekleyen zabit namzedine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan,
“Ne alınacak?” dedi.
“Otomobil ve kamyon lastiği” cevabı verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik bakarak,
“Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum.
Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun!
Para yok!” diye cevap verdi.
Muzaffer, Harbiye Nezareti’nin bahçesinden dış kapıya yürürken, ne yapacağını düşünüyordu. Eldeki iki kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Kendisi, bulur alır diye görevlendirilmişti.
O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleriyse yok denecek kadar azdı ve karaborsadaydı.
Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy’de bir Yahudi tüccarda istediğini buldu. Fiyatlar pek fahişti ama yapacak fazla bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı.
Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Bir çaresini bulmak lazımdı.
Doğru tüccara gitti:
“Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek. Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim. Malları mutlaka hazır edin Altın para vermiyorlar, kağıt para verecekler!”
Cihan Harbi’nin başlarına kadar alışveriş altın ve gümüş parayla yapılırdı.
Harple beraber “evrak-ı nakdiye” denilen kağıt paralar çıkarılmaya başlandı. Bunların üzerinde, karşılıklarının altın olarak Duyun-ı Umumiye’ye yatırıldığı, harpten sonra halka, karşılığının altın olarak ödeneceği yazılıydı.
Ertesi sabah Muzaffer, Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti tüccarın kapısındaydı. Ortalık henüz aydınlanıyordu. Tüccar, malları hazırlamıştı.
Havagazı fenerinin yarım yamalak aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi.
Muzaffer bir yüzlük kaime (100 liralık kaime, resmi fiyatıyla 100 altın demekti) verdi.
Araba dörtnal Sirkeci’ye yollandı. Malzeme dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.
Üç gün sonra tüccar, elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti.
Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.
Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıdın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş, çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği para buydu.
O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arasında bir de şu ibare bulunurdu:
“Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.”
Muzaffer, yaptığı taklit parada bu ibareyi şöyle yazmıştı:
“Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır.”
Onun burada “altın” dediği, Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından da kıymetli kanı idi.
“Sahte paraya gelince, Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi, bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’a yayıldı. Dünyada emsali olmayan bu hadise, Şehzade Abdulhalim Efendi’nin (Sultan Abdülmecid’in oğlu Süleyman Efendi’nin torunudur) kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi, bedelini altın olarak ödeyerek aldı.
Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul Polis Okulu’ndaki Emniyet Müzesi’ne hediye etti. Bu emsalsiz parça, müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.
Ziyad Ebuzziya’nın hikaye ettiğine göre, Çanakkale’den ayrılan Mehmet Muzaffer, birliği ile birlikte, Sina Cephesine Gazze’ye gönderildi. Çarpışmalarda önce yaralandı ve madalya aldı.
1917 yılında İngilizlerin çok üstün kuvvetleri karşısında, geri çekilme harekatı sırasında düşman kuvvetlerini oyalamakla görevli birliğin içinde, çarpışa çarpışa şehit oldu.
Şehit Muzaffer’in taklidini yaptığı paranın aslı 50 liralık kağıt paradır. Bu kağıt paralar, üzerilerinde de yazılı olduğu gibi, Rumi 6 Ağustos 1332 tarihli kanunla tedavüle çıkarılmıştır. Bu tertip kağıt paraların en büyük kıymeti 50 liralıklardır. Yüz lira olarak bu tipte hiçbir kupür basılmamıştır."
Yahudi tüccar olayı büyütmek istemez ama hikaye tüm İstanbul'a yayılır. Sultan Abdülmecit’in oğlunun torunu olan Şehzade Abdülhalim Efendi, karşılığını vererek tüccardan parayı alır, zarif sedef kakmalı, içi kadife bir mücevher çekmecesine yerleştirir ve İstanbul Polis Okulu'ndaki Emniyet Müzesi’ne hediye eder…
Zarf müzeye teslim edilir ammmmaaaa ya sonra!..
Evet dostlar;
Sonrası yok…
İşte o zarf kaybolmuştur…
Tıpkı; İzmir’in Yunan işgalinden kurtuluşunda Türk Bayrağı’nı İzmir hükümet konağına asan ilk komutan Yüzbaşı Şeref’e Atatürk’ün hediye ettiği Timur Han’ın altın kılıcının kaybolması gibi…
Türk’ün destansı kahramanlarını tanımak, öğrenmek, öğretmek tarihçilerin görevi…
Milli değerlerimize sahip çıkmak da hepimizin görevi...
Ben unutulan bir kahramanı sizlere anlattım…
Selam olsun Mehmet Muzaffer’lere…
Selam olsun, bu toprakları vatan yapanlara…
Merih Tan
TEREF












Teref.info © 2015
E-mail: [email protected]            Telefon: 051 933 93 21            Baş redaktor: Nurəddin (Xoca) İsmayılov
Məlumat internet səhifələrində istifadə edildikdə müvafiq keçidin qoyulması mütləqdir.