Kafkasya’da Türk Varlığının Başlangıcı
Bu gün, 12:54
Kafkasya, dünyanın üç kıtadan oluştuğu düşünülen zamanlarda Asya ve Avrupa’nın geçiş yeri konumundaydı. Karadeniz’in kuzeyindeki düzlükler iki kıtayı birleştiren ara bölge gibiydi. Günümüzde dünyanın çok daha geniş bir yer olduğu öğrenilmesine rağmen bölgenin iki kıta arasındaki geçiş yeri olma konumu hâlâ devam etmektedir.
Bu özelliği yüzünden tarihin ilk zamanlarından itibaren Kafkasya’da pek çok farklı topluluk görmek mümkündür. Hint-Avrupaî, İranî ve Turanî kökenli halklar bu bölgede çok eski dönemlerden itibaren bir arada bulunabilmiştir. Kafkasya’nın çok uluslu yapısı günümüzde de varlığını korumaktadır.
Kafkasya XIX. yüzyılın ortalarından itibaren büyük güçlerin hâkimiyet mücadelesine sahne olmuştur. Bu rekabetin bir sonucu olarak bölgenin tarihi ve kültürünü sahiplenme eğilimi ortaya çıkmıştır. Avrupa’da yapılan çeviri faaliyetlerinde yöre kaynakları yabancı dillere aktarılırken tenkide tâbi tutulmadığından Orta Çağ tarihçilerinin dinî ve millî hislerin etkisiyle kaleme aldığı eserlerdeki iddialar günümüze taşınmıştır.
Siyasi rekabetin tesiriyle günümüzde yazılan pek çok eserde Gürcü, Ermeni veya Türklerin bölgenin kadim halkı olduğu, uygarlık temelini attığı ileri sürülmüştür. Haliyle birbirinden çok farklı görüşler kaleme alınmıştır.
Bu ideolojik ve kültürel zeminde Kafkasya’daki Türk varlığının ne zaman başladığı meselesiyle ilgili olarak da pek çok görüş ileri sürülmüştür.
Türkistan ve Türklükle bağlantıları konusunda son yıllarda ele geçen bilgi ve belgeleri görmezden gelen belirli çevreler bu varsayıma soğuk baksa da Kimmer ve İskitler, Kafkasya’da Türklüğün öncüleri olarak kabul edilmelidir.
Onlardan önce bölgede Türk bulunduğuna dair iddiaların temeli bugün için zayıftır. Kıpçaklar bu topluluklardan sonra Kafkasya’ya gelen ikinci bir grup olarak kayıtlara geçmiştir. Hunlardan itibaren ise Kafkasya’daki Türk varlığını kesintisiz olarak takip etmek mümkündür.
Adını İskitlerin verdiği “beyaz kar” isminden aldığı düşünülen
1 Kafkasya, kadim dünyanın en önemli merkezlerinden birisidir.
Dünyanın Asya, Afrika ve Avrupa’dan müteşekkil bilindiği zamanlarda Kafkasya, batı etekleri Karadeniz’e, doğusu Hazar Denizi’ne açılan oldukça önemli bir yerdi.
Kuzeyde sınırı oluşturan Kafkas dağları Apşeron yarımadasından Taman yarımadasına kadar uzanır. Derbent, Daryal gibi meşhur geçitlerle aşılan bu sıradağlar yanında en az onlar kadar meşhur Elbruz, Kazbek gibi yüce dağları vardır. Kür, Kuban, Terek nehirleri ise en bilinen akarsularıdır.
2 Hem ipek hem de kürk yolu arasında kalması bölgenin ticari kıymetini artırır. Tarih boyunca çeşitli
medeniyetlere ev sahipliği yapmış yörede pek çok toplumun izleri
bulunur.
Kafkasya’nın insanlık tarihindeki yerinde stratejik öneminin payı vardır. Doğu-batı arasındaki en mühim geçiş noktalarından birisi
olan bölge üzerinde büyük güçlerin nüfuz çekişmesi günümüzde de
sürmektedir. Terek üzerinden sıcak denizlere inmeye çalışan Ruslardan Don-Volga nehirlerini birleştirerek bölgedeki etkinliğini artırmaya çalışan Osmanlılara, Hazar havzasında güç elde etmeye çalışan İran’dan, Avrasya enerji hatlarını kontrol etmeye çalışan Amerikalılara kadar pek çok topluluk Kafkasya’da söz sahibi olmaya çalışmıştır.
Bugün de bölge üzerinde büyük bir hâkimiyet mücadelesi vardır.
3 Kafkasya tarih boyunca pek çok devlete ve topluma yurt olduğu halde özellikle Kuzey Kafkasya’da büyük bir devlet kurulmaması dikkat çekicidir. Bu bölge büyük göç yolları üzerinde bulunduğu için geniş kitlelerin geçiş alanı olması güçlü bir devletin ortaya çıkmasını
engellemiş olmalıdır.
İdil-Ural arası ise Türklerin batıya göç ederken en çok kullandığı güzergâhtır. 4 Diğer yandan bölgede pek çok küçük
kabilenin varlığı İlk Çağdan itibaren dikkat çeken bir husustur. 5 Tarih boyunca Kafkasya’ya yerleşen topluluklardan birisi Türklerdir.
Türklerin Kafkasya’da ne zamandan beri bulunduğu meselesi
günümüze kadar tartışılan bir konudur. Esasen bu konu sadece
Türklerle alakalı değildir. Bölgede Gürcüler, Ermeniler, Abhazlar başta olmak üzere Kafkasya’da meskûn toplulukların hangi dönemden beri yörede yaşadıkları meselesi zaman zaman uluslararası problemlere yol açan bir tartışma konusudur. 6 Öyle ki bu mesele sadece ilmi bir tartışma konusu olmaktan çıkmış kimlik oluşturma aracına dönüştürülmüştür. Uluslaşma aşamasındaki Kafkas halkları kendilerini bölgenin en eski halkı ilan ederek Kafkasya’daki varlıklarını kadim kılmanın peşindedirler. Böylece onlar ev sahibi olacak diğerleri misafir haline dönüşmüş olacaklardı. Ülkeleriyle üzerinde yaşayanlar arasında köklü bir bağ kurmayı hedefleyen bu ideolojinin altını doldurabilmek için tarih, mitoloji, dil-edebiyat ve antropoloji gibi bilim dallarını kullanarak bölgenin tarihi hakkında çeşitli eserler kaleme alınmaya başlanmıştır. Bu eserlerin önemli bir kısmı resmi yayın olarak7
neşredildiği için milli politikanın bir parçası haline gelmiş, ardından
hazırlanan kitaplar onların çizdiği çerçevede bilgi üretmeye devam
ettiği gibi okullarda okutulan ders kitapları da onlardan esinlenerek
hazırlanmıştır. Neticede herkesin kendini Kafkasya’nın kadim halkı ilan ettiği bir vaziyet ortaya çıkmıştır.
Kafkasya tarihi hakkında günümüze kadar devam eden bir diğer
problem bölgeyle ilgili hazırlanan ilk çalışmalarda yapılan bazı hataların günümüze kadar tekrarlanmasından kaynaklanmaktadır. Dünyada Kafkasya ile ilgili ilk önemli çalışmaları hazırlayan bilim adamları emsali bugün bile görülmeyen çok önemli eserlere imza atmışlardır. Daha XIX. yüzyılın başlarında Grapar Ermenicesi, Gürcüce, Süryanice gibi dilleri bilen uzmanlar yetiştiren batılı bilim çevreleri özellikle de Fransızlar, Kafkasya tarihi hakkında ilk çevirileri yapma önceliğini elde ettiği gibi ilk büyük araştırma eserlerinin de telif hakkını elde etmişlerdi. M. F. Brosset, V. Langlois, M. E. D. Dulaurier, M. J. Saint-Martin gibi bilim adamları Kafkasya tarihi araştırmalarında çığır açmıştı. 8 Bilhassa Ermeni ve Gürcü kaynaklarını Fransızcaya çevirerek bilim dünyasının ilgisini çeken bu âlimlerin bölgeyle ilgili olarak hazırladığı eserler de Kafkasya tarihinin başucu kitapları haline gelmiştir.
Ancak onların yaptığı bu büyük hizmetin yanı sıra çevirisini yaptıkları eserleri tenkide tâbi tutmama gibi bir hataları da olmuştur. Böylece Ermeni ya da Gürcü kaynaklarındaki mitolojik bilgiler ya da milli/dinî hislerin tesirinde yazılmış tarihî kayıtlar günümüze kadar ulaşmıştır. 9 Kaynak tenkidi yapma ihtisasına sahip olmayanlar bu bilgilerden yola çıkarak Kafkasya tarihi hakkında birbirinden çok farklı birikimlere sahip olabilmektedir.
Ortaçağ kaynaklarının çoğunda görülen abartmalar, kendini beğenici yaklaşımlar eleştirilmediği için bugüne kadar aynı haliyle ulaşmış, her tarihçinin kendilerini öne çıkaran tarih yazımı anlayışının tesiri günümüzde de etkisini hissettirmiştir. Haliyle tarih okuyucuları ellerindeki kaynağın türüne göre Kafkas halklarının her birini bölgenin otokton ahalisi, kadim kültürünün banisi, medeniyet tarihinin temeli sayabilir.
Bilhassa Ermeniler, Gürcüler ve Türkler arasındaki kadimlik kavgası günümüzde de olanca hızıyla devam etmektedir. Kafkasya’daki
Türk varlığının başlangıcı meselesini bu çerçevede ele almak gerekir.
Türkler her gittikleri yere geleneklerini de götürmüşlerdir. Bunlar
içerisinde en yaygın olanı mağara resimleri ve yazıtlardır. Mağara
resimlerindeki yapılış üslubundan onun Türklere ait olup olmadığını
anlamak mümkündür.
Hayvan üslubu kullanan Türkler genellikle yaban keçisi, pars gibi hayvan resimleri çizer, yaygın olarak avlanan süvarileri resmederler. Bu özelliklere sahip bir resim görüldüğünde Türklere ait olduğuna dair güçlü bir kanaat oluşur. Aynı şekilde Türkler yazıt dikme
geleneklerini de Sibirya’dan Doğu Avrupa’ya gittikleri her yere
götürmüşlerdir. 10 Bu yerler arasında Kafkasya da vardır. 11 Runik yani sır olarak adlandırılan alfabeyi başka topluluklar da kullandığı için zaman zaman bazı yazıtların kökeni konusunda tartışma çıkabilmektedir.
Bununla birlikte Kafkasya’daki yazıtlar Göktürk alfabesiyle yazılmıştır.
Haliyle başkalarına ait olma ihtimali yoktur. Ancak bu yazıtların ne
zaman dikildiği tespit edilemediği için onları diken Türklerin bölgede ne zaman yaşadığını söylemek mümkün değildir.
Kafkasya’ya ilk gelen Türklerle ilgili olarak Subaruları ve Sümerleri
esas alan bazı görüşler vardır. Bu konuda yapılan çalışmalarda her iki topluluğun Mezopotamya’nın yerli ahalisi olmadığı, buraya göç ettiğini öngörenler özellikle dil ve mitoloji özelliklerine dayanılarak Türklerin Kafkasya ve Mezopotamya’nın en eski halkı, Türklüğün bölgenin kadim kültürü olduğu iddiaları ileri sürülmektedir. Subarular ile bugünkü Azerbaycan ve güneyinin beş bin yıldan fazla bir zamandır Türk yurdu olduğunu varsayanlar ölü dillerde yazılan metinler üzerinden yeni okuma teklifleri yaparak bir sonuca ulaşmaya çalışmaktadır. 12
Ancak bu metinler üzerinde okuma teklifi yapanların bu diller üzerindeki uzmanlık seviyesi, dönemin coğrafî terimlerine ve Türkçeye hâkimiyeti gibi hususlar yapılan değerlendirmeleri sağlıklı kılmaktadır. Mesela bir başka dilden Türkçeye geçmiş, bugün kullanılmakla birlikte İlk Çağda Türkler tarafından bilinmeyen kelimelerden, isimlerden ve özellikle de yer isimlerinden
hareketle eski tarihi metinlerle Türkleri bağdaştıranlar, tarihî temelden yoksun iddialarda bulunabilmektedir.
Özellikle eski metinlerdeki topluluk ve yer isimlerinden çeşitli sonuçlar çıkarmaya çalışanlar tarih yazarken oldukça mesnetsiz varsayımlar ileri sürebilmektedir. Herkes baktığı açıdan aynı metin üzerinde farklı değerlendirme yapabilmekte haliyle sübjektiflik artabilmektedir. Bu tehlike saklı kalmak kaydıyla ölü diller üzerinde ihtisas sahibi araştırmacıların tarihin ve Türk tarihinin seyrini değiştirebilecek metinleri değiştirebilecek güce sahip olduklarını vurgulamakta yarar vardır. Ancak Subaruların Türklüğü ile iddiaların bu anlamda biraz daha desteğe özellikle de arkeolojik ve etnolojik dayanağa ihtiyacı vardır.
Subarularla Kafkaslardaki Türk varlığını başlatan görüşler Sümerlerle birlikte devam eder. Esasında Sümerlerin kimliği meselesi
Avrupa’da çok ilgi gören bir konudur.
Meselenin ilmî kısmının yanı sıra pek çok toplum dünyanın ilk büyük medeniyetlerinden birisini kuran bu İlk Çağ topluluğu ile aralarında bağ kurmaya çalıştığı için Sümer araştırmalarının popülaritesi artmıştır. Haliyle Sümerlerle ilgili bilgi ve belgeler Subarulardan daha fazla olduğu için bu konudaki tartışmalar da diğerinden daha azdır. Sümer araştırmaları sırasında Sümercenin
çözülmeye başlamasından sonra bu dildeki her üç kelimeden birinin
Türkçe olması Sümerlerin kimliği meselesinde önemli bir aşama
olmuştur. 13
Hatta bunun ortaya çıkmasından sonra Sümer araştırmalarında hissedilir bir azalma olmuştur. Zira Sümer çalışmalarını başlatan topluluklar ile Sümerler arasında bir bağ kurulamazken hiç öngörülemez bir şekilde Türklerle bir ilişki ortaya çıkmıştır. Böylece Sümerlerin Türklerle bağlantısı meselesinde gidişatı değiştiren bir sonuç ortaya çıkmıştır. Çünkü o zamana kadar Sümerlerin Türk olduğu ile ilgili yazılan eserler daha çok kültürel ya da mitolojik benzerlikler üzerinde durmaktaydı. 14 Ancak Sümercenin
çözülmesiyle birlikte daha önceki deliller somutlaşmaya başladı.
Bununla birlikte günümüz itibariyle eldeki tarihî deliller Sümerlerin
Türk olduğunu söylemeye yetecek miktara ulaşmamıştır. Mitolojiye ya da kelime benzerliklerine dayanarak tarih yazmak itibar görecek bir yaklaşım değildir. Haliyle Sümerlerin Türklüğü ile başlayan önermelerin ulaşacağı sonuçlar da tartışmaya açıktır.
Kafkasya’daki Türklüğün başlangıcını Kimmerlere dayandıran tarih
görüşü son yıllarda etkisini artırmaktadır. Özellikle bazı Türk tarihçiler onları Türk sayarken oldukça rahat davranabilmektedir. 15 Esasında Kimmer meselesi tarihçileri uzun süre meşgul eden bir meseledir.
İlk Çağda Çin Seddi’nden Doğu Avrupa’ya kadar uzanan bölgedeki
faaliyetleri ile dikkat çeken16 bir topluluk olan Kimmerler pek çok halkla temas etmiş, o yüzden çeşitli kaynaklarda kendinden bahsedilmiş bir toplumdur.
Bu kaynaklarda herkes Kimmerlere kendi açısından baktığı
için o kadar farklı değerlendirmeler ortaya çıkmıştır ki arkeolojik
buluntular ele geçene kadar bu topluluğun kimliği hakkında bir genel kanaat oluşamamıştır. Kimmerlerin Ermeni, Trak, Kelt, İranlı ya da Bulgarlarla ilişkilendirildiği göz önünde tutulursa ne kadar farklı
değerlendirmeler yapılabildiği anlaşılabilir. 17 Ancak son yıllarda ele
geçen arkeolojik buluntular Kimmer meselesini aydınlığa
kavuşturacak mahiyettedir.
Kimmerlerden kalan arkeolojik malzemelere bakılırsa onlar, Orta Asya kurgan kültürünün temsilcisidir. Türk kültürünün en
belirgin özelliklerinden birisi olan konar-göçer kültürü MÖ 1800
1700’lerden itibaren göç ettikleri batıdaki yerlere taşıyan topluluk olan Kimmerleri Ural-Altay kökenli bir topluluk saymak bugün için en akılcı yoldur. 18
Volga-Ural arasından elde edilen MÖ 1300-1200 dönemlerine
ait buluntular19 bu konuda çok açık delil olarak kabul edilebilir. Ancak bütün bulgulara rağmen dünyada Kimmerlerin Türklükle bağlantılarının halen kabul görmediğini de özellikle vurgulamak gerekir. 20
Kafkasya’daki Kimmerlerle ilgili kaynaklar onları Gomer isminden
türemiş adlarla anarlar. Gomer, Tevrat kaynaklı bir isimdir. 21 Tufandan sonrasının anlatıldığı Tekvin kısmında Hz. Nuh’un oğlu Yafes’in oğullarından birisinin ismi olan Gomer, Kimmerler için kullanılan bir isim olmuştur.
Kimmerlerin Kafkasya’daki varlığından ilk bahseden Asur kaynakları onları Gimirri adıyla kaydederken22 bu topluluğun bölgedeki faaliyetlerinden en çok söz eden Ermeni tarihçileri de onları Gomer, Gimir, Kamir, Gamr gibi adlarla anar. 23 Esasen bu isimlendirme
bile Kimmerlerin Türklükle irtibatı konusunda dikkate alınması gereken bir husustur.
Kimmerlerin Kafkasya’da gözükmesi MÖ VIII. yüzyıl sonlarına denk
gelir. 24 Kafkasların güneyine yönelen Kimmer akınlarından ilk etkilenen yer Kolhis krallığı olmuştur. Gürcistan’ın batı kesimindeki büyük bir medeniyet sahasında kurulan bu krallık Kimmer göçüne karşı duramamış ve yıkılmıştır. 25 Bu olaydan sonra Gürcistan ahalisi dağlık alana saklanarak kendilerini korumaya çalışmıştır. 26 Gürcülere dağlı denmesinin ardında yatan sebep böylece ortaya çıkmıştır. Kimmer ve İskit akınları sonucu Asur, Urartu ve Babil devletlerinin çökünce Medlerin yükselmeye başladığı dönemde Uplis-tsikhe ilk şehirlerini kurmuş olan27 Gürcüler tarih kaynaklarında kendilerinden söz ettirmeye başlar. 28
Kimmerleri takip ederek Kafkasya’ya gelen İskitler, bölge tarihinde
derin izler bırakan bir topluluktur. İskit tarihi ve kültürü yakın zamana kadar tarihçilerin en çok ilgi gösterdiği konular arasında yer
almaktadır. 29 Bu araştırmalar sonucu İskitlerin İranî bir topluluk olduğu kanaati yaygınlık kazanmıştı. Ancak bugün anayurtlarının Türkistan olduğu anlaşıldı. Son yıllarda ele geçen bilgi, belge ve buluntulardan İskitlerin Türk olduğu düşüncesi yaygınlık kazanmaya başlamıştır.
Hâlihazırda elde olan bilgi ve belgelerden din, gelenek-görenek ve
sanat bakımından Türklerle büyük benzerlik gösterdikleri ortaya çıktı.
O yüzden onları Türklüğün öncüsü olarak kabul eden görüşler
güçlenmektedir. Dünyada hala onların İranî bir topluluk olduğu
yargısında önemli bir değişim olmasa da günümüzde Türk tarihçiler
arasında İskitleri Türk olarak kabul edenlerin sayısı artmaya
başlamıştır. 30
İskitlerin Kafkasya’daki varlığı hakkında bölge kaynaklarında çok
açık bilgiler yer alır. MÖ IX. yüzyılda çeşitli gruplar halinde
Türkistan’dan batıya doğru göç etmeye başlayan31 İskit öncüleri
Karadeniz’in kuzeyindeki düzlüklere kadar ilerlemişti. 32 Ancak
Kafkasya’da asıl etkili olan grup Kimmerleri takip ederek bölgeye
gelenlerdir. Ermeni kaynaklarında sabit olduğu üzere MÖ 665’ten
itibaren Kür Nehri’nin doğu yakasını ele geçiren İskitler burayı yurt
tutmuştu. Bu tarihten sonra bölge Sakasen (Gogaren33) olarak
anılmaya başlanmıştır. 34 Yaklaşık 150 yıl sonrasına ait bir kayıttan
buradaki İskit hâkimiyetinin hala devam ettiği öğrenilmektedir. 35 Kür vadisine yerleşenler burada bulunan halklarla karışmışlarsa da
bölgenin çeşitli kesimlerine verdikleri Uplis-tzikhe (Uplis kalesi),
Mtzkheka (Mtzkhetos'un yeri), Sa-mtzkhe (Mtzkhetos'un toprağı) gibi yer isimleri hala yaşamaktadır. 36 Ermeni kaynaklarından anlaşıldığı kadarıyla İskit hâkimiyetinin kuzeydeki sınırı Derbend geçidine kadar ulaşmıştı. 37 Buralardaki İskit hâkimiyeti bölgenin antropolojik yapısını etkileyecek kadar derin oldu. 38
Persler Gürcistan’ın doğu kesimini ele geçirerek buradaki İskit hâkimiyetine son verse de39 kuzeydeki İskit varlığını MÖ III. yüzyıl ortalarına kadar takip etmek mümkündür. 40
Kimmer ve İskitlerin Türk olduğu tezinden hareket edilirse
Kafkasya’daki Türk varlığını MÖ VIII. yüzyılda başlatmak mümkündür.
Ancak bu iki topluluğun Türklükle münasebetine hala batıda soğuk
bakılmaktadır. Ele geçen yeni kanıtlara rağmen batılı tarihçiler bunlara bakarak fikirlerini yenileme ihtiyacı hissetmemektedirler. Ancak Kıpçakların Kafkasya’daki varlığına dair kayıtlar tevil götürmez haldedir.
Kıpçakların bölgede bulunduğuna dair bilgi bulunan kaynak Anonim Gürcü Kroniği K’art’lis Chovreba’dır. Bu eser XVIII. asırda Kral Vakhtang’ın emri ile toplatılmış olup anonim hale gelen bilgilerle Gürcü kilisesinin kayıtlarının birleşmesinden oluşmaktadır. Kitap en eski çağlardan 1469’a kadar Gürcülerin tarihini konu edinir. Gürcistan’da Gündelik Hayat isimli bu eser aynı zamanda Türk tarihi hakkında da çok önemli bir kaynaktır.
İlk Çağdan itibaren Kafkasya’ya yerleşen Türkler hakkında başka kaynaklarda yer almayan oldukça özgün kayıtlar içerir.
İşte bu bilgilerden birinde, MÖ 339’da Makedonyalı İskender’in
orduları Kafkasları ele geçirmek üzere bölgeye yöneldiğinde Çoruh
Nehri ile Tiflis arasında Kıpçaklarla karşılaştığı yazılıdır. Kıpçaklar o
kadar güçlüdür ki Makedonyalılar onlarla uzun süre mücadele ettikten sonra ilerlemesini sürdürebilmiştir. 41 Bu kayıt pek çok bakımdan önemlidir. İlk olarak Kıpçakların tarihi hakkındaki en eski kayıttır.
Zira VIII. yüzyıldan önceki durumu hakkında kaynaklarda çok bilgi yer almayan Kıpçakların MÖ IV. yüzyılda var olduğu öğrenildi. Diğer
yandan Kafkasya’daki Türk varlığının bilinenden çok öncelere
dayandığı Gürcülerin rivayetiyle bilinmiş oldu. Son olarak o zamanlarda da bir Türk grubunun tıpkı Selçuklular zamanında olduğu gibi çok kalabalık bir şekilde Çoruh boylarından Tiflis’e kadar olan geniş alanı kapladığı öğrenildi.
Sonuçta eldeki bilgi ve belgelerden Kafkasya’daki Türk varlığını
Kimmerlerle birlikte başlatmak en akılcı yol gibi gözükmektedir.
Kimmer öncesi dönemde Türklerin bölgede bulunduğuna dair
varsayımlar yeterli delillere sahip değildir. Hazar’ın kuzeyinde bulunan İdil-Ural bölgeleri arasındaki göç yolunu ilk kullanan Kimmer akıncıları ile birlikte Kafkasya’da gözükmeye başlayan Türkistanlı topluluklar, bölgenin siyasi ve etnik çehresini büyük ölçüde değiştirmişlerdir.
Kimmer akınları Kolhis krallığının yıkılmasına sebep olurken İskit
akınları sonucu Urartu ve Asur devletlerinin ortadan kalkması
Kafkasyalı bazı toplulukların da tarih sahnesine çıkmasına zemin
hazırlamıştır. Daha önce Asur devletinin içerisinde yer alırken
kaynakların dikkatini çekmeyen Ermeni ve Gürcüler, Medlerin bölgeye hâkim olmasından sonra isimleri duyulan topluluklar olmuşlardır.
Kimmerler Anadolu’ya yöneldiği için Kafkasya’yı bir geçiş güzergâhı
olarak kullansa da İskitler bölgede kalıcı olmuşlardır. Kaynaklar Kür
nehrinden itibaren İskitlerin bölgede var olduğuna dair kayıtlarla
doludur. Bununla birlikte MÖ III. yüzyıldan itibaren İskit ismi yavaş
yavaş unutulmaya başlanacak ve onların yerini başka topluluklar
alacaktır.
Kafkasya’daki İskit hâkimiyetinin sonlanmaya başladığı zamanlarda
bir başka Türk topluluğun Güney Kafkasya’da oldukça geniş bir alana hâkim olduğu Gürcülere ait kayıtlardan öğrenilmektedir. MÖ 339’da Çoruh boylarından Tiflis’e kadar uzanan bölgeyi yurt tutan Kıpçaklar, Kafkasya’ya gelen ilk Türklerin son halkası olarak tarihteki yerini almıştır. IV. yüzyılın ortalarında İdil boylarına ulaşan Hunlarla birlikte Kafkasya’daki Türk varlığı yeniden başlayacak ve günümüze kadar kesintisiz olarak devam edecektir.
Prof. Dr. İbrahim Tellioğlu