TÜRK ÇOCUKLARININ MANKURTLAŞTIRILMASI YA DA ŞAKİRTLEŞMESİ

23-07-2016, 10:28           
TÜRK ÇOCUKLARININ MANKURTLAŞTIRILMASI YA DA ŞAKİRTLEŞMESİ
TÜRK ÇOCUKLARININ MANKURTLAŞTIRILMASI YA DA ŞAKİRTLEŞMESİ
Prof. Dr. Nurullah Çetin
Efendi Amerika ve onun esir çavuşu olan Fethullah tarafından Türk çocuklarının devşirilerek, başlarına kültür emperyalizmi deve derisi geçirilip zihinleri iğdiş edilerek millî hafızaları yok edilip, kendi milletlerine ve devletlerine bomba atan, silah çeken mankurtlar ya da zombiler haline getirilmeleri sürecini bir de bu açıdan irdeleyelim.
Her milletin mitleri, mitolojileri, efsaneleri vardır. Efsaneler gerçek olaylar değildir, ama milletlerin hafızasında yer eden hayallerinin, beklentilerinin, sevinçlerinin, üzüntülerinin, hayal kırıklıklarının, duygu ve düşüncelerinin simgesel olarak ifade edildiği metinlerdir.
Türk kültür tarihindeki Mankurt Efsanesi de bugün Fethullahçı Haşhaşi cinayet şebekesinin nasıl ortaya çıktığını, asıl kendilik kimliği olan Müslüman Türk kimliğinden çıkarılıp, Amerika ve onun vaizi olan sümüklü psikopat, ruh hastası, manyak biri tarafından nasıl Haçlı Siyonist ordusu haline getirildiğini yani mankurtlaştırıldıklarını bize birebir sembolik tiplemeler ve kurgu içinde açıklamaktadır.
Önce mankurt ne demektir? Ona bakalım. Mankurt, Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel romanında ele aldığı, eski bir efsaneden yola çıkarak çağına uyarladığı bir tiptir.
Cengiz Aytmatov, romanında Mankurt efsanesini şöyle aktarır:
“Ana-Beyit mezarlığının bir efsanesi, Juan-Juanlar'ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikâyesi vardı: Sarı-Özek'i işgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek Juan-Juanlar'ın yaptığı işkenceleri anlatırlarmış. Ama asıl işkenceyi, genç ve güçlü oldukları için satmadıkları esirlere yaparlarmış.
İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış.
Böylece sarılan deri, bugün yüzücülerin kullandığı kauçuk başlığa benzermiş. Buna "Deri geçirme işkencesi" derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir mankurt, yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş.
Bir devenin boynundan beş, altı kişinin başını saracak deri çıkıyormuş. Bundan sonra, deri geçirilen tutsağın boynuna, başını yere sürtmesin diye, bir kütük ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç, susuz, yakan güneşin altında öylece birkaç gün bırakırlarmış.
Bu tutsaklar birer mankurt olmadan yakınları bir baskın düzenleyip onları kurtarmasın diye, yanlarına gözcüler koyarlarmış. Açık bozkırda her taraf kolayca görüldüğü için gizlice gelip baskın yapmak kolay olmazmış.
Juan-Juanlar'ın bir tutsağı mankurt yaptıkları duyulur, öğrenilirse, artık onu en yakınları bile gerek zorla, gerek fidye vererek kurtarmak istemezlermiş. Çünkü bir mankurt, eski vücuduna saman doldurulmuş bir korkuluktan, bir mankenden farksız olurmuş onlar için.
Bununla birlikte, bir defasında, adı tarihe Nayman Ana olarak geçen bir göçebe kadın, oğlunun başına gelenlere dayanamamış, onu kurtarmak istemiş. Efsane böyle anlatır. Ana-Beyit mezarlığının adı da buradan gelir. "Ana-Beyit" 'ana barınağı, ana huzuru' demektir.
Sarı-Özek'in kızgın güneşine 'mankurt' olmaları için bırakılan tutsakların çoğu ölür, beş-altı kişiden ancak bir ya da ikisi sağ kalırmış. Onları öldüren açlık ya da susuzluk değil, başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup büzülmesi, başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş. Bir yandan deve derisi büzülüyor, bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp başına batıyormuş.
Asyalılar'ın saçları fırça gibi sert olur zaten. Kıllar üste doğru çıkamayınca içeri doğru uzar ve diken gibi batarmış. Bu dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür ya da aklını, hafızasını yitirirmiş. Juan-Juanlar işkencenin beşinci günü, 'sağ kalan var mı?' diye gelip bakarlarmış. Bir teki bile sağ kalmışsa, amaçlarına ulaşmış sayarlarmış kendilerini. Hafızasını yitirmiş tutsağı alır, boynundaki kalıbı çıkarır, ona yiyecek içecek verirlermiş.
Köle zamanla kendine gelir, yeyip içerek gücünü toplarmış. Ama o bir mankurt imiş artık ve böyle bir köle, pazarlarda, güçlü-kuvvetli on tutsak değerinde sayılırmış. Hatta Juan-Juanlar arasında bir gelenek varmış ki buna göre, aralarında çıkan bir kavgada bir mankurt öldürülürse, bunun için ödenecek bedel, hür bir insanın ölümü için ödenecek bedelden üç kat fazla olurmuş.
Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de hiç tehlike arz etmeyen bir köle imiş.
Köle sahibi için en büyük tehlike, kölenin başkaldırması, kaçmasıdır. Ama mankurt isyanı, itaatsizliği düşünemeyen tek varlıkmış. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemeyen bir yaratık... En pis, en güç işleri, büyük sabır isteyen çekilmez işleri gık demeden yaparlarmış. Sarı-Özek'in ıssız, engin, kavurucu çöllerine ancak bir mankurt dayanabileceği için, buralarda deve sürülerini gütme işi onlara verilirmiş. Böyle yitik yerlerde, bir mankurt birkaç kişiye bedelmiş.
Yanına yiyeceğini, içeceğini verince, kış demeden, yaz demeden, o ilkel hayata dönüşten dolayı sızlanmayı düşünmeden kalabilirmiş bozkırda. Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş. Açlıktan ölmemesi için yiyecek, donmaması için eski-püskü giyecek verdiniz mi, başka bir şey istemezmiş...
Bir tutsağın içine korku salmak için ona kafasının uçurulacağını ya da başka bir yerinin kesileceğini bildirmek; onun hafızasını silme, son nefesine kadar taşıyacağı ve başkalarının anlayamayacağı yegâne kazancı olan bilincini kökünden yok etme cezası yanında hiç kalır. İşte, göçebe Juan-Juanlar, o kısa tarihlerinde, insanın bu gizli özüne kastetmek gibi en büyük vahşet örneğini çıkardılar.
Tutsakların yaşayan anılarını elinden almak usulünü bulmakla, insanlığa karşı en korkunç cinayeti işlemiş oldular. İşte Nayman Ana oğlunun mankurt olduğunu öğrenince, dayanılmaz bir acı ve umutsuzluk içinde, ağıt yakmıştı. Nayman Ana oğlunu kurtarmak için ona doğru “yavrum!” Diye koşunca Mankurt, anasını ok atarak vurup öldürdü. Çünkü efendisi ona anası babası kardeşi kim gelirse vurmasını emretmişti.
Alıntıladığımız bu metinden ve romanın genelinden çıkardığımıza göre mankurt hâline getirilen kişinin başlıca özellikleri şunlar olurmuş:
* Geçmişini, tarihini, soyunu, milletini, kimliğini, anasını, babasını, çocukluğunu, eşini dostunu, eskiye ait hiçbir şeyi hatırlamaz. Çünkü o, emperyalist işgalci güçler tarafından başkalaştırılmış ve dönüştürülmüştür.
* İnsan olduğunun da farkında değildir. Düşünme, mukayese ve muhakeme kabiliyetini, üretici, sorgulayıcı bilincini tamamen kaybetmiştir. Ruhu, zihni esir alınmıştır.
* Kendisine verilen emirleri uygulamak, söylenenleri söylemek, yap denileni yapmakla görevli robot bir köledir. Efendisine itaatten başka bir şey düşünemez hâle gelmiştir.
* İyi kötü karnını doyuran efendisine sadakatle hizmet etmekten başka bir şey düşünmez. Efendisine karşı gelmek, ondan kaçmak gibi düşünceleri aklının ucundan bile geçirmez. Bu yüzden kendi başına, bağımsız millî bir çözüm üretmeye çalışmaz. Kendine güveni kalmadığı için bir şey yapabileceğini hayal bile edemez. Emperyalist efendisinin kendisi için gerekli olan her şeyi düşündüğünü düşünür.
* Kendisini kölelikten ve mankurtluktan kurtarmak isteyenlere uzak durur, başındaki mankurtluk ve kölelik derisini iyice gizler, çıkarmalarına asla izin vermez. Işıktan korkan yarasalar gibi karanlıklar içinde çürür gider. Sümsük bir böcek gibidir.
* Kendinin mankurt olduğunu kabul etmez. Yüksek siyaset uyguladığını ilan ederek, emperyalistlerin emir ve talimatlarına göre hareket etmeyi ilm-i siyaset, teenni ile hareket etmek, zamana uygun davranmak, dünya şartlarına uygun davranmak filan şeklinde lanse eder.
* Onun için önemli olan tek şey, efendisinin emirlerini yerine getirmektir. Emperyalist efendisinin verdiği ev ödevlerini muntazaman, tam zamanında, eksiksizce ve yanlışsız olarak yapmayı ve istediğiniz her şeyi yaptım efendim demeyi, çok büyük bir icraat olarak görür.
* Bir mankurta “gel başını buharlayalım da o deve derisini koparalım” demekten daha korkutucu bir şey olmazmış. Bu sözü duyan mankurt yaban ayısı gibi tepinir, kafasına kimseyi dokundurmazmış. Böyleleri şapkalarını başlarından hiç çıkarmaz, gece gündüz onunla yatıp kalkarlarmış. Zihni ve ruhu emperyalist efendileri tarafından zincire vurulmuş olan mankurt bu duruma iyice alışır, başka bir hâli hayal bile edemez.
* Nayman Ana, mankurtlaştırılmış oğlunu bulmak, ona sahip olmak, onu eski sağlıklı hâline getirmek için her türlü fedakârlığa katlanır, ama mankurt oğlu onu tanımaz ve reddeder. Zihnini ve ruhunu satmamış, esir olmasına izin vermemiş, Nayman Ana misali sahih Türk münevverleri, milletinin mankurtlaştırılmış evlatlarını kurtarmak için her zaman çırpınır durur.
* Aytmatov’un romanındaki mankurtun asıl adı Colaman’dır ama o adını Mankurt olarak bilir. Bugün de emperyalist gâvurlar tarafından mankurtlaştırılmış olan Türkler, zamanla asıl adları olan Türklüğü reddetmişler, Türk adını kullanmaktan utanır hâle gelmişler, kendilerine “şakirt, hizmet eli, cemaat üyesi” gibi mankurtça adlar almaya başlamışlardır.
* Mankurtun tek istediği, efendisininki gibi örgülü saçının olmasıdır. Yani, tamamen efendisinin inandığı gibi inanmak, yaşadığı gibi yaşamaktır.
* Romanın bir yerinde şu ifadeler yer alır: “Bir insanın elinden malı mülkü, bütün zenginliği hatta hayatı bile alınabilir ama insanın hafızasını almak gibi bir cinayet işlenir mi?” (s.159)
Başta Amerika olmak üzere Batılı emperyalistler bugün topraklarımızı, bankalarımızı, borsamızı, fabrikalarımızı, sahillerimizi yani malımızı mülkümüzü talan etmeyi düşünmekle yetinmiyorlar, milletimizin evlatlarının hafızalarını, tarihlerini, dinlerini, dillerini, kültürlerini, kimliklerini, hayallerini, kutsallarını da almaya, yok etmeye çalışıyorlar. Asıl tehlikelisi de bu. Türk milletinden milliyet şuuru, kendilik bilinci, Türklük ve Müslümanlık aidiyeti alındığı zaman kolayca köleleştirilebilen ve içi saman dolu çuvallara dönmüş mankurtlar sürüsü hâline geliverir.
* Romanın bir başka yerinde şu ifadeler var: “Bu insanlar (Juan-Juanlar) hangi şartlar altında, nasıl bir hayat yaşıyorlardı ki böylesine vahşi, barbar olabiliyorlardı? Esir ettiklerinin hafızasını da bu kadar acımasız yok edebiliyorlar?” (s.162)
Aynı soruyu bugün için şöyle soralım: Fethullahçı zombileşmiş haşhaşi katiller, Türk polisini, askerini ve vatandaşını, vahşice katledebiliyorlar?
Mankurt Efsanesinin Fethullahçı Terör Örgütüne Uyarlanması:
*Efsanedeki Juan-Juanlar: Amerika ve devşirme çavuşu Fethullah.
*Colaman: Müslüman-Türk doğan ve aileleri tarafından verilen yerli ve millî isim. Türk çocukları
*Mankurt: Türk çocuklarını devşiren efendi Amerika ve onun çavuşu olan Fethullah tarafından Türk çocukları olan Colamanlara verdikleri “şakirt” ismi.
*Colamanların başına deve derisinden şapka geçirilmesi: Amerika ve çavuşu Fethullah’ın Türk çocuklarının beyinlerini yıkayarak millî hafızalarını silmesi, Türklüklerinden uzaklaştırması ve efendi Amerika’ya mutlak itaat eğitimi vermesi.
*Nayman Ana oğlunu kurtarmak için ona doğru “yavrum!” Diye koşunca Mankurt, anasını ok atarak vurup öldürdü. Çünkü efendisi ona anası babası kardeşi kim gelirse vurmasını emretmişti: Bunun bugün darbe teşebbüsündeki karşılığı da Fethullahçı Terör Örgütünün Nayman Ana karşılığı olan yani anası atası olan Türk milletine silah çekmesi, bomba atması, polisi, askeri, Türk vatandaşlarını öldürmesidir.
Prof. Dr. Nurullah Çetin












Teref.info © 2015
E-mail: [email protected]            Telefon: 051 933 93 21            Baş redaktor: Nurəddin (Xoca) İsmayılov
Məlumat internet səhifələrində istifadə edildikdə müvafiq keçidin qoyulması mütləqdir.