MAMAK ASKERI CEZAEVİNDEN KANLI HATIRALAR 1980..
7-03-2025, 17:04

3 февраль 2022 г. ·
29 Nisan 2019 tarihinde ölen Mamak askeri cezaevi komutanı işkenceci Albay Raci Tetiğin cenazesini protesto gösterimizi yayınlayan cumhuriyet gazetesi.
1981 şubat ayı Mamak cezaevinde
2. koğuştayım. Koğuşta 15 ülkücüyüz.Ben, Harun Yüksel , Mustafa Verkaya ,Hüseyin Alkan, Osman Pehlivan, Zeki Korkmaz , Hasan Ilgın, Aksel Koramaz hatırlatıklarım. İkide kacakci bizle kalıyor. Biri Kayseri Gesibağlarindan taksici, 50 yaş üstü yaşlarda Ali Osman Kazanci amcamız, çok işkence görmüş, adam çökmüş yürüyemiyor.Devamli yatak istirahatlı. Onu koğuşa getiren üsteğmen bana zimmetlemiş.o görev sayesinde bende bazı eğitimlerden kurtarıyorum. Bakım görevini bazen diğer arkadaşlarımla sırayla yapıyoruz.Cok iyi bir adam.Gunlerce ışkenceye ve zulme uğramış. Bir kacakcıda 40 lı yaşlarda Urfali kürt vatandaşımız Mehmet abi. Bu abimiz namaz kılıyoruz diye bizi tercih etmiş. Cuma yasinlerini o okuyor.Çok kıymetli ve bilgili biri. Çok güzel sesi ve kıraatı var.Seyyit olduğunuda söyledi. Arvasilerlede akrabalığı varmış. Koğuştaki sol gruplarla olan kavgadan sonra cemaatle namaz kılma hakkınıda aldık.imanımız Mehmet abi oldu.Anlattığı işkenceleri dinledikçe şaşırıyor, hayret ediyoruz. Ailelerine bile Baskı ve şiddet uygulanmış. Bana özel anlattıklarına varve yapanlara lanet olsun.. Burası Türkiyemi diyoruz. İnsanlığın öldüğü kanaatine varıyoruz.. Çok efendi ve olgun bir adam. Tam bir mütekamil insan. Mert ve çömert biri. Bizle kalanlar gelen paralarını teşkilata teslim ediyor ve harfiyen bize uyuyorlar. Hiç bir pürüz çıkarmıyorlar.
Birde gariban bir kişi isim benzerliğinden yanlışlıkla bizimkilere bulaşmış biri var. Çankırılı sağ görüşlü vatandaşımız. Zaten kısa zamanda karıştığı iddia edilen olayı vuzuha kavuştu ve vatandaş tahliye oldu.
Koğuş mevcutu 120 kişi civarinda. KBir sınıf boyutunda olan koğusumuz tıklım tıklım dolu. Her yatakta en az 2 kişi yatıyoruz. Ulkuculerin yeri 10 yatak ile sınırlı. Toplam 10 m2 yere sahibiz.Her yatakta iki kişi yatıyoruz. Namazı yatak üstünde kalabiliyorum. Koğuş toplam 60 m2. Birde 15 m2 mutfak, banyo ve tuvaletler kısmı var.Koğusta sol fraksiyonlarınn büyük çoğunluğu mevcut. Ama aralarında hiç anlaşamıyorlar. Birtek bize karşı beraber davranıyorlar. Sol grupların psikolojik baskısı altındayız ama asker baskısından kimse sesini çıkaramıyor. Bizde hiç taviz vermiyor ve dik duruyoruz.
Günü hatırlamıyorum ama Gümüşhaneli bir üstteğmenin sayım aldığı, biraz sakin bir gün. Bu üstteğmenin insancıl yönü var ama oda kuralları harfiyen uyguluyor. O gün sayımlar çabuk bitiyor ve daha az dayak yiyoruz. Yoksa değişen birşey yok. Fecaat olan diğer Pınarbaşıl üstteğmen Pıç Ahmet Kelek. Vallahi fırtına fırtına. O boyla nasıl subay olmuş. Tip desen faul, berbat bir adam..Herşey enüst seviyede. Dayak gırla gidiyor. Koğulara gece yarısı özel operasyonlar çekiyor. Tam bir yürüyen felaket. Zalimliğin kitabını yazan biri.

Saat 13.00 sıralarında yazıcı asker, Muhammet Doğan hazırlan diye sesleniyor. Üç dakika sonra gardiyan kapıyı açıyor ve ben esas duruşta tekmil veriyorum. Muhammet Doğan emret komutanım. Çık savcılığa gideceksin diyor.. Üzerimde cezaevi elbisesi ellerim kelepceleniyor ve uygun adım yürüyorum. Dışarıya çıkınca buz gibi soğuk hava vücüdümü titretiyor. Arabaya binerken askerler bağırarak joplarla sırtıma vuruyorlar. Bu jop ve arasırada olsa tüfeklerin dipcik darbeleri için kalın giyiniyor ve sırtımıza havlu koyuyoruz.Ben savcılığa götürülme olayına takılmış düşünüyorum.Dayak kimin umurunda .
Açaba niye götürülüyorum, hayırmı, şermi? Acaba c5 iskencehanesinede götürülurmuyüm. Zeki Kamanin, Dürüst Oktayn ve savcıların tezgahına yine girecekmiyim Korku içimi sarmış bir vaziyette dayak yiye yiye savcılığa doğru götürüluyorum. Araçta tek tutuklu benim. Balas balandıras acilen niye gotürüluyorum? Derin mevzu ne? Bu seferki tezgah, oyun ne?
Sorular sorular? Bilinen cemse aracla savcılığa geliyoruz.
Direk olarak o zamanlar yüzbaşı olan ve soruşturmamı yürüten savci Fahrettin Demirağın odasına, huzuruna çıkarılıyorum.Bu adam daha sonra tuğgenerallige terfi edip askeri yargıtay başkanıda oluyor. Odada bir masada Albay Nurettin Soyer, bir tarafında üsteğmen Nihat Demirel oturuyor. Olağanüstü bir durum olacağını sezdim ve korkmaya başladım. Savcı Fahrettin Demirağ elinde bir tomar kağıtla yüzüme dik dik bakarak sen ne yaptın Muhammet dercesine bir bakış atarak; - Gel bakalım Muhammet Doğan foyan az sonra ortaya çıkacak, kirli işlerin ortaya dökülecek, kurtuluşun yok, burnundan fitil fitil getireceğim, yaptıklarının hesabını vereceksin diye bağırıyordu. Başsavci Albay Nurettin Soyer alıcı gözle beni suzuyor ve merakla inceliyordu. Marangozun oduna baktığından farksız bir bakıştı bu. Savci üstteğmen Nihat Demirel ise zaten beni ilk ifadeden tanıyor ve savcı Fahrettin Demirağ tarafindan bana atfen yazılan düzmece ifadeler zorla ve tehditle imzalatırıldığında odada bulunuyordu. Fahrettin Demirağ söylenme faslına sonra emir vererek kelepcemi çözdurüyor ve emir erine seslenerek gelsinler diyor. İçeriye asker elbiseli, kepleri ellerinde dört kişi giriyor. Emir eri yakamdan tutarak beni onların arasına yerleştiriyor. Hepimiz esas duruşta bekliyoruz. C5 den çok iyi tanıdığım ve 33 günlük sorguda( niye bu kadar sürdüğünü hala anlamış değilim) sık sık ziyaretime gelen sesinide tipinide iyi tanıdığım ışkenceci başı savcı Fahrettin Demirağ getirin diyor, emi eri kapıyı açarak gelsin diye sesleniyor. İçeriye kısa boylu asker traşlı ve tutuklu elbiseli hiç tanımadığım biri getiriliyor. Savcı bak bakalım diyor bahsettiğin Muhammet Doğan bunlardan hangisi. Dört askerin arasında sivil tutuklu elbiseli olmama rağmen şahıs beni tanıyamadı. Iftiracı geri zekalı ortada oyunmu var zannetti yada Allahın adaletimi devreye girdi bilemiyorum. Asla tanımadığım şahıs benden çok askerlerin yüzlerine bakıyor ve Fahrettin Demirağ arkasında önümüzde gezip duruyordu. Bu komik teşhis etme durumu yaklaşık beş dakika devam etti. Iftiraci bön bön bakarak geziniyordu.
Savcı Fahrettin Demirağ aniden hışımla benim önümde durdu, yakamdan hızla asıldı ve beni bir adım öne çıkararak iftiracı şahsa dönüp, sen bu Muhammet Doğanı nasıl tanımazsın diye bağırdığında şahıs ancak duyulabilecek bir sesle kekeleyerek komutanım çok değişmiş onun için önce tanıyamadım ama şimdi tanıdım komutanım dedi. Ben anı bir refleksle komutanım şahıs beni tanıyamadı. Beni ona siz gösterdiniz diye korkuyla karışık heyecanla bağırdım. Neticede ne olduğunu gerçekten bilmediğim suçların kokusu geliyordu burnuma. İşin ucunda idam var, pisi pisine asılmak var, ölmek var. Benim canhıraş bağırmam üzerine irkilen ve şaşıran Savcı Fahrettin Demirağ aniden avucunun içiyle çeneme aşağıdan yukarı çok sert bir darbe vurdu. Bu çok şiddetli bir yumruktu ve daha sonra çenemin iç tarafindan yarıldığını anladım, Günlerce sıcak birşey yiyemedim ve yutkunamadım.
Ben medet arayarak karşıya baktığımda baş Savcı Albay Nurettin Soyer; dudaklarını ısırarak başını sallıyor ama gözlerinide gözlerimden kaçırıyordu. Üsteğmen Nihat Demirel ise yaşanan komedi teşhis karsişında başını öne eğmiş güya evrak inceliyordu. Ikiside bu tiyatrodan azda olsa utanmışmıydı yada bekledikleri olmayınca hayal-i sükutamı uğamışlardı bilemiyorum. Suratları pancar gibi kızarmıştı.Bekledikleri sonucu alamadıklarını anladım içten içe rahatladım. Savci bozuntusu Fahrettin Demirağ resmen kızgın boğaya dönmüş öfkeden kudurmuştu. Hala iftiracı tanığı sıkıştırıyor mahcubiyetinin ve mağlubiyetinin öfkesini o şahıstan çıkarıyordu.Iftiraciya dönerek infaz emrini veren bumu, azmettiren bumu diye soruyordu. Iftiraci evet buydu komutanım diye onaylıyordu. Ben gayri ihtiyarı savcıya dönüp yemin etsin komutanım. Neye emir verdiğimi bilmeden, ben emir verirken bu kişi yanimdamıydı dedim. Iftiracı heyecanla; hayır, ben yoktum. Bende başkalarından duydum komutanım dedi. Sonradan öğrendiğime göre iftiracı olayların olduğu iddia edilen semtten bile değilmiş. Onun semti ile olayların olduğu iddia edilen semtin arasında 10 km mesafe var.Yani tam bir senaryo yazılmış. Cezaevinde bulunan o semt sanıklarınadan onu tanıyan hiç kimse yoktu. İftiracıda kimseyi tanımıyorum. Savci hışımla bana donerek.; daha bitmedi Muhammet Doğan seninle çok işimiz var diye tehditler savunurken, Savcı Albay Nurettin Soyer birsey demeden odayı terk ediyordu.Anlaşılan bay savcılar beklediklerini bulamamanın üzüntüsünü, öfkesini yaşıyorlardı. Bunlarin adalet anlayışı işte buydu. Baskı, işkence ve zulümle, tiyatrovari yöntemlerle alınan düzmece ifadelerle, sahte tanık ve iftiracı itirafcılarla insanları asıyor, öldürüyordu. Mahkemelerde bu delillerle insanları yargılıyor ve cezalandırıyordu. Berlinde hakimler varken, Keşke Mamaktada hakimler olsaydı.
Savcı emir erine seslenerek bunu getiren cavuş bana gelsin diyor vede bunu koğuşuna gönderin diyor. Ben çıkarken çavuş içeriye giriyordu. Ben odadan çıkarılarak A bloka götürülmek üzere görevli askerlere teslim ediliyorum. Cezaevine gidecek araca götürüldüğümde içeride 5 -6 tutuklu görüyorum. İçlerinde tanıdık bir sima var. Savcılığın müdavimi Erdem Şenocak başkanı farkedip yanına oturuyorum.
(Erdem abimi hemserim olması nedeniyle ve bazende hukuk bürosuna gidip geldiğim için, arasirada Ali Uzunırmak baskanimla Ankara ülkü ocaklarına geldiğinden iyi tanıyorum. Yaptığı hizmetlerin bir kısmınada ocak yöneticisi olmam hasebiyle vakıf olduğum için büyük saygı duyuyordum. Aynı saygım omurgalı ve kararlı ülkücü olması dolayısiylede sevgim artarak devam ediyor. Erdem başkanımla sivildede sohbetlerimiz olmuştur. Ilginç olan ise cezaevine düşmemiz hasebiyle babalarımız görüşümüze geldiklerinde birbirlerini görüp uzun uzun bakışıyor sonrasında ise birbirlerine sarılıyorlardı. Meğerse 1950 li yıllarda Erdem başkanın babası Malatya'daki müftülük vazifeli iken babamda Sümerbankta çalışıyor ve orada hemserilik sebebiyle arkadaş olmuşlar. Yıllar sonra burada karşılaşınca hüzünlenip birbirlerini teselli ediyorlar.

Biz binadan çıkıp biraz bekledikten sonra savcının çağırdığı çavus araca biniyor ve bana doğru hamle yaparak; niye yaptın lan, insanlara acımadınmı diye bağırarak jobu ile bana vurmaya başlıyor.. Ben ne yapmadığımız bilmeden; yapmadım komutanım yalan söylüyor diye bağırırken diğer askerlerde bana joplarla, tüfek dipçikleri ile vurmaya başladılar. Ben bağırarak ben yapmadım diye feryat ettikçe kuduruyorlar ve daha çok vuruyorlardı. Erdem Şenocak başkanım ayağıma basıyor ve susmam için ikaz etmeye çalışıyordu. Bir taraftanda kelepcelenmis elleriyle bacağımı sıkıp susmamı sağlamaya çalışıyordu. Çünkü benim bağırmamın çavuş ve askerleri daha çok vurmaya teşvik ettiği açıktı. Ortam bir ara sakinleşmisken, nereden geldiğini anlayamadığım bir dipçik darbesinin ense köküume isabet etmesi ile yeniden sarsılıyorum. Duyduğum tek ses vuran askerin çavuşuna; -çavuşum ,bak bak tetiğe basan parmağı hala tetik çekecek gibi hazır diyor. Ben suçumun ne olduğunu anlayamadan bayılıyor ve aracın içine düşüyorum. Gözlerimi A Blok revirde açıyorum. Bir sedyede yatıyorum. Kafam çenem vücüdüm mühtiş ağırıyor. Odada sihhıye bir asker ile dayak atan çavuş var. İnsani yönleri ağır basan sıhhiye bana dönerek kendimi nasıl hissettiğimi sordu. Ben komutanım kafam ve çenem çok ağıriyor dedim. Sıhhiye er şimdi sana ağrı kesici iğne yapacağım ve üç gün istirahat vereceğim dedi. İğneyi yaptı ve ağrı kesici ilac yazdı. Bu yazdığı ilaçlar bize verilimiyordu. Bu işle ilgili görevli askerlerce sabah akşam olmak üzere koğuşumuza getirilip bize veriliyordu. Hatta icmemizede refakat ediyorlardı. Toplu ilac verilirse onların bütününü içip intihar etmemizden korkuyorlardı. Sıhhiye asker iğnemi yaptı ve üçgün istirahatlısın diyerek beni çavuşa teslim etti.
Ben rahatlamıs bir şekilde nihayet koğuşa gideceğim diye sevindim. Çavuş önde ben arkada dışarı çıktığımızda bay kalleş Tuna yüzbaşı; Muhammet Doğan bumu dedi ve çavuşun evet komutanım demesiyle; atın bunu kafese dedi. Daha önce 37 gün işkence ve zulümle tek bir battaniye ile butonları üstüne yatarak kaldığım kafese yeniden dönüyordum. İlk kafes maceramdan Lütfü Lutfu Sahsuvaroglu Nurettin Taşar, Zeki Okunakol, CHP Kırıkkale belediye başkani Sahir Koçak ( o zamanlar ilceydi) ve hatırlayamadığım onlarca kişi kader ortaklarımdı. Kafeste çok kalmamı bazen hayra yoruyordum. Bazında kötümserleşiyordum. Nedenini hala çözemedim. Günlerce dayak yedim, eğitim yaptım. Bazen günde 100 jop dayak yiyorduk. Sağa sola arkaya bakmak yasak. Önüne bakıyorsun. Günde iki kere tuvalet. O da dayak eşliğinde gidip geliyoruz. Tuvaletimiz gelmesin diye çok az su içiyor, çok az yemek yiyoruz. Yastık, yorgan yok. Verilen tek battaniyeye sarılıp betonun üzerinde uyuyoruz. 22 de yat 6 da kalk. Ağanın köpekleri bile bizden daha şanslı. Neyseki 37 gün sonra tutuklamam geliyor ve bir er fotoğrafım çekilmek üzere beni fotografhaneye götürüyor. Refakat eden er içeri giriyor. Ben esas duruşta kapıda sıramı bekliyorum. Birden bir ses sağa dön dedi. Sağa donmemle 1.50 cm boyunda çöp görevlisi , yüzü sivilce dolu kara kuru bir askerin yerden güç alıp sıçrayarak attığı bir tokatla sarsildım. O anda galaksideki bütün yıldızlar gözümün önünden geçti. Hayatımın geçmişi filim gibi sardı. O ne mühtiş tokattı. Yer cücesi şerefsiz o tokatı neresinden çıkardı anlayamadım. Tokadın sesi ile fotoğrafçı asker dışarı çıktı ve o çöpçüye ana avrat söverek; sen benim gözetiminde altındaki tutukluyu nasıl döversin diyerek kovaladı. Şerefsiz arkasına bakmadan kaçtı. Fotoğraf çekimine girdiğimde görevli er sabredin buda geçer dedi. İnanın moralim düzeldi. Aylarca bir tatlı söze muhtaç kalmışız. O fotoğrafçı er nerede yaşıyorsa sağlık ve mutluluklar diliyorum. O tokadın bir benzerini yine Zemin 1'2-3 koğuşunda kaldığımızda arkadaşım,ülkudaşım olan ve cezaevinden çıktıktan sonra rahmetli olan Kadir Bayiktan şaka ile karışık yemiş ve aynı acı ve duyguları yaşamıştım. Aklıma hemen o çöpçü asker gelmişti. Allah o askerin belasını versin.
Yüce Allah arkadaşım Kadir Bayıka, Şehitlerimize ve geçmislerimize gani gani Rahmet eylesin. Mekanları cennet olsun.
Tuna denilen şerefsiz ünlü iskenceci bir yüzbaşıydı. A Blok iç emniyet amiri subaylarindandı. Zalim ve gaddar biriydi. Nereden,ne zaman çıkacağı belli olmazdı. Adam daima cezaevinde kalıyor gibiydi. İşkenceden zevk alıyordu. Suçsuz yere idam edilen Mustafa Pehlivanoğluna merdiven boşluğunda son nefesine kadar cezavi komutanı albay Raci Tetikle beraber bizzat özel işkence eden zalim biriydi. Adana sanığı Rahmetli Osman Birbicerede özel işkence seansları uygulayan bir zalimdi. İnancıma göre bu ve bunun gibi iskenceci zalimlerin katli vacip değil farzdır.
O zalim işkencecilerden intikamını alamayan ülkücü hareketin iktidarı mümkün değildir. Şehitlerin ve ışkenceye uğrayan ülkücülerin vebali biz ülkücülerin omuzlarındadır. İntikamımızı alamadıkça iflah olamayız. Iskenceci Mamak cezaevinden komutanı Albay Raci Tetikin cenazesini boykota bir elin parmakları kadar ülkücünun katılması ise çok üzücüdür. Ben, Samet Karakuş , Mustafa Dülger ve isimlerini bilmediğim dört beş ülkücü ile bir Asena bacımız vardı maalesef. Yüzbinler neredeydi? Bence o cenazenin toprağa verilmesi engellenmeli hatta yakılmalıydı. Bu teşebbüsüm arkadaşlarım tarafından, tabuta Türk bayrağının sarılmış olması ve içinde bir emekli Türk subayını olması dolayısıyle engellenmiş ve müsaade edilmemiştir. Allahın ateşi onları yakar inşallah.
Raci Tetikin Kıbrıs savaşında çok başarılı ve kahraman bir asker olduğunu, kafayı orada siıyırdığını ve Mamaktaki tutuklulara yunan askeri gözü ile baktığını söyleyenlerde vardı. Kahpe Evrenin ve şurekasının bu kişiyi bu nedenle cezaevi komutanlığına özel olarak atadığıda söyleniyordu. Kendi vatandaşına yunan gavuru zihniyeti ile bakan ve ona göre muamele eden bunlarin gözleri kör olsun, beyinleri yok olsun İnşallah.
Biz yine kafesimize dönelim. Kafese girdiğimde üç kişi vardı. Anladığım kadarıyla sol görüşlü tutuklulardı. Ben ön sağ kafes köşesine doğru oturup demirlere yaslanmamla kafes nöbetcisi erin bağırması bir oldu; parmaklıklara yaslanma lan sesiyle irkildim. Sonrada kalk lan ayağa dedi. Ben ayağa kalkarak Muhammet Doğan emret komutanım diye bağırarak tekmil verdim. Asker aç lan uzat elini dedi . Ben komutanım raporluyum dedim. Askerin cevabı; rapor koğuşta geçer kafeste geçmez dedi ve açtığım ellerime olanca gücüyle beşer jop vurdu. Ellerim acıyla yandı ve ben sağol komutanım diye bağırarak yerime oturdum. Bu durum üç gun boyunca böyle devam etti. Üç saatte bir hergelen yeni nöbetçi kafestekileri,uydurduğu asılsız bahanelerle sıra dayağından geçiriyordu.özellikle hedef bendim. Ben ise herhangi savcılığa çağrılması vede yeniden c5 denilen iskencehaneye götürülme korkusu ile üç günü zor ettim ve koğusuma götürülürken rahatladım.
Bana isnat edilen belli bir suç iddiası olmamıştı. Savcılığa götürülme nedenim neydi? Bunu koğuş arkadaşlarım Harun Yüksel , Hüseyin Alkan, Mustafa Verkaya, Zeki Korkmaz, Osman Pehlivanla konuşuyor, düşünüyor ama işin içinden çıkamıyordum. Olayı hala anlamamıştım. Iftiraci kimdi ve beni niye, neyle suçlamış muammaydi. Olayi anlattığım Avukatım Mehmet Refet Eke ve yine Avukatım Mehmet Sünbüz beyde bu teşhis olayının nedenini bilmiyorlar ve onlarda olaya şaşırmışlardı. Savcılar avukatlara asla bilgi vermiyor ve onlarıda gözaltına almakla tehdit ediyorlardı.Avukatlarda birşey bilmiyorlardı.
Bu arada daha sonra tafsilatı ile anlatacağım büyük bir toplu kavga olayından sonra koğuşumuz dağıtılıyor ve ben Zemin 1-2-3 koğuşuna veriliyordum. Zemin 1-2-3 üç ana odadan müteşekkil büyük bir koğuşta. İlk odañin ismi gaz odasıdır. Kanalizasyon toplama rogarlari burada olduğu için kimse kalmıyordu. Eğitim ve müsaade edilirse volta odası olarak kullanılıyordu. 2 nolu oda 50 m2 ve 30m2 den iki bolmeliydi. Yanında tuvalet ve banyolar bulunuyordu. 3 nolu oda uzunlamasına 140 m2 lik bir salondu. 2 nolu odanın birinde biz ülkücüler kalıyorduk.Diğer bölmedede çoğunluk ülküculer olmak üzere kaçakcılar,iki akıncı ve soldan dönme iki itirafçı kalıyordu. Kacakcilarla konuşuyorduk ama solcu itirafcilarla konuşmuyorduk. Onlar yaltaklansada yüz vermiyor ve onları teçrit ediyorduk. Kısa zaman sonra sol itirafcilari başka bir yere topladılar kurtulduk. Çünkü onlar idareninde ispiyonculariydı. Koğuşta 70 ülkücü 8 kacakcı , iki akıncı ve 140 solcu bulunuyordu. Ben, ve rahmetli Hüseyin Kurumahmutoğlu yanyana yatiyorduk. Herşeyimiz ortaktı. Beraber yemek yiyor, verilirse yada paramız varsa çay içiyorduk. Ben ona sigaralarımı verirdim. O da mektup ve pul hakkını bana verirdi. Ben yaşça büyüktüm ama can kadeşi gibiydik. Ben onu, o beni çok sevmiştik. Mekani Cennet olsun. Abim der bana sarılır dururdu. Kim ayaktayım gider ötekinin sıra dayağını yer gelirdi. Bunu birçok arkadaşımız yapardı. Artık alışmıştık. Aylarca ellerimiz ve kollarimızın dayaktan mosmor olduğunu bilirdik..
Günlerimiz askeri eğitimle, dayakla ve istirahatlerde ise şamata ile geçiyordu. Koğuşta Celal Adan,Faik İçmeli ,Mustafa Verkaya, Tamer Afacan, kıdemlilik, tahlie olunca esofmanlarinı bana hediye eden Şevki Köksal , Cevdet Yayla, futbol arkadaşım Selim Gözütok, imamlık ve başkanlıkda yapan Engin Yağcı ,şehit rahmetli Hüseyin Kurumahmutoğlu, rahmetli İrfan Kömürcu,Baha Sertkaya,rahmetli olan Kemal Yalcın, Turgut Karadağ , Mustafa Güneş , Hüseyin Gungör, Eyüp Asan, Zekai Ilter , Adnan Hatipoğlu , Halil İbrahim Altınbaşak, .Kamil Dikmen, Selahattin Büyüköztekin, Mahmut İkiyek,, Adnan Burgaç, Osman Başer , Kadir Yanık , Davut Işık , Kadir Çakır, Muhsin Çakır, Refik Tercan, Erdal AK ,Burhan Enuştekin, rahmetli Şaban Korkmazgöz , Nuri Demiryürek , Mustafa Çelebi , Uğur Cesur,Ömer Boz, Huseyin Kaymaz, Adnan Baran ,ismet Karaalioğlu, Ali Yeleç, rahmetli Balikesirli Kemal Türker, Kürşat Atamer, Aydın Eryılmaz, rahmetli Şah İsmail Ateş, Enver Ateş,Mehmet İlhan, Özcan Çeliksiz, Halil Şahin , rahmetli Avni Aras,rahmetli can dostum Mithat Simsek , carşambalı Recep Bütüner ,.öveclerden Şükrü...... rahmetli Mehmet Sümbül , rahmetli Yahya Gunaşan, rahmetli Tayfun iner, rahmetli Eray Açargil, rahmetli Tufa Nail.. hatırlayabildiklerim. Urfali kacakci da burada ama kaçakcilarla kalıyor.üc tane daha dogulu kacakcı var.

Bizimle arası iyi. Namazları cemaatle kılıyoruz. Namaz kılan kaçakcılar cemaate katılıyor. Bazen urfalı Mehmet abi kıldırıyor, bazen Adanalı rahmetli Selahattin Buyüköztekin kıldıryordu. Rahmetli Selahattin hafızlık yapmış, kuran ve kıraat eğitimi almıştı. Koğuşa ilkgeldiği gün okuduğu Yasin-i Şerifle hepimizi ağlatmıştı.. Akıncılar bağımsız hareket ediyorlar. Ali ismindeki akıncı Ankara gençlik vakfı başkani. Diğer arkadaş muamma. O temas kurmak istiyor ama Ali engelliyor. Bizim teşkilatta onların bu tavrına karsılık onlarla muhatap olmama kararı aldı.. Genelde kıdemli veya yardımcısı olduğum için benimle konuşuyorlardı.Başka ülkücülere ve kaçakcılara uzak duruyorrlardı. Kacakcılarla aramız ve iliskilerimiz iyiydi. Onların arasında Urfali Mehmet abinin sözü dinleniyordu. Bizimle hareket ediyorlardı.
Güzel olan bir hususta; Ankara sanıkları bizim kirli çamaşırları görüş gününde kendi çamaşırları ile ailelerine gönderiyor ve çamasirlarımız yıkanıp? ütülenip geri geliyordu.Allah o ailelerden razı olsun. Bizlerde çok hakları var. Ölenlerin mekanları cennet olsun.
O sureç içindeki hengameli günlerde hiç anlamadığım ve çözemediğim teşhis olayını unutuyorum. Taki, ana MHP ve Ülkücü kuruluşlar iddianamesi dağıtılana kadar bu olay devam etti. Herşeyin sırrı iddianameyi elimize verdiklerinde çözüldü.İddianame geldiği gün hemen hemen herkesin idamını istemişlerdi. Koğuşta herkes suspus olmuş heyecanla iddianamede kendileri ile ilgili iddiaları inceliyorlardı. 12 eylülün psikolojik manevi baskısı ile idamı isteyenler irkiliyor ve ister istemez sessiz ve derin düşüncelere dalıyorlardi. Kogusda biri bağırarak savcılara ana avrat küfrediyor ve söyleniyordu; Şerefsizler siz benim idamını nasıl istemezsiniz, beni neden adam yerine koymazsinız. Bu kişi İstanbul davasından yargılanan ve 16 yaşında çocukken tutuklanan, dayanamadığı işkenceler sonunda her yazılan suçu kabul eden AVNİ ARAS ülkudaşımızdı. Hukuken 18 yaşında olmadığından idamı istenemiyordu. Ama satılmış savcılar onuda unutmuyor ve 500 yıl hapis cezasını uygun görüyorlardı. Bu arkadaşımız yıllar sonra cezaevinden tahliye oldu. Ve daha sonra üzülerek öğrendimki genç yaşında Rahmetli olmuş.
Bir gariban insanımızdazorlamalarla İstanbul Mhp sanıklarına eklenmiş Halil Şahin amcamızdı. Oflu bu amcamla aynı yöre insanı olduğumuz için ben, o, Rahmetli şehidimiz Bafra sanığı Hüseyin Kurumahmutoğlu ve Bursa sanığı Çaykaralı Mustafa Çelebi basbaşa veriyor ve memleket muhabbetleri yapıyorduk. Benim ilcem o zaman Sürmene olduğundan ( şimdi Köprübaşı ilçemiz oldu) bana at hırsızı diye takılırken bende ona kuymak hırsızı diye takılırdım. Neyseki Halil amca erken tahliye olduda kurtuldu. Yaşıyorsa Rabbım ömür versin. Yok vefat ettiyse mekani Cennet olsun. Mustafa Çelebi ülküdaşımız ise Samsunda yaşıyor ve sık sık görüşüyoruz.
Bende iddianamede bana ayrılan kısmı buldum ve okumaya başladım. Önceleri genel mahiyette suçlamalar, devleti tek kişinin yönetmesi ile ilgili çalışmak ve mahalle teşkilatları kurmak yönetmek gibi erkese yöneltilen basma kalıp, aslı astarı olmayan suçlamalarla devam eden iddianamede bana ayrılan kısımda hiç bilmedigim bir isim dikkatimi çekti. İtirafcı sanık Muh.. Po...in itirafları ile diye başlayan satırlar 26 ağustos 1980 tarihinde saat 20:00 de diye devam ediyor ve bazı olaylar anlatılıyor. Bu olayların emir vereni, teşvik edeni, tertipleyeni olarak şahsım işaret ediliyordu. Olayların tafsilatını anlatmıyorum. Acısıyla tatlısıyla mazide kaldı. Keşke o yıllar olmasaydı. Keşke 1980 öncesi ve sonrası yaşanmasaydı. Yargıyı tarihçilere birakıyor ve devam ediyorum.
Hemen yanımda olan Hüseyin Kurumahmutoğluna bir sigara uzatıp bir tanede ben alarak hadi tuvalete diyorum. Hüseyin bu zamansız davranışımdan birsey anlamasada sigaranın hatırına pesim sıra geldi. Rahmetli sigarayı ve tatlıyı çok severdi..Tuvaletin zulasinda sigaralarımızdan birer derin nefes çekiyoruz. Benim içim içime sığmıyor. Hüseyin heyecanımı anlıyor ve soruyor. Ona heyecanla kısaca anlatıyorum. O pek anlamıyor ve umursamıyor. Koğuşa dönüyor ve yatıyoruź. Yatakta önceleri uyku tutmuyor ama daha sonra ise son yılların en rahat ve güzel uykusunu uyuyorum.
Bu arada moralimi bozan bir haber aliyorum. Can arkadaşlarım Mehmet Biçer ve İsmail Şimşek ülküdaşlarım acilen Mevki hastanesine kaldırılıyorlar. Bu çok mühim. Önemli olmasa hastahaneye sevk olmaz. İsmail Şimşek daha sonra rahmetli oldu. .Yüce Allah gani gani Rahmet eylesin. Mekanı Cennet olsun. Çiğerleri işkencelere ve cezaevi şartlarına dayanamadı. Mehmet Biçer iyileşti ve halen sağlıklı bir şekilde yaşıyor.1977 den beri can dostum. Rabbimden onada uzun ömürler diliyorum.
Aylar ayları kovalıyor ve nihayet Ağustos ayında MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası başlıyor. Mahşeri bir gündeyiz. Heyecanlar dorukta. Salona alınıyoruz ve Başbuğ Alparslan Türkeş ile arkadaşları içeri alınıyor. Salon tıklım tıklım dolu. Basın ve avukatlar çok kalabalık. Başbuğ yerine geldiğinde mahkeme heyetide kapıdan
görünüyor.Aniden spontane bir hareket ile bütün salon ayağa kalkıyor ve canhıraş bir sesle, boğazlar yırtınarak İstiklal marşı okunuyor. Subaylar ve askerleri şaşkınlık içinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar ve onlarda salondaki herkes gibi mecburen esas duruşa geçiyorlar.Savci müsvetteleride mecburen esas duruşta vaziyeti alıyor. Mahkeme heyetide tam içeri girerken bu muazzam istiklal marşı resitaline yakalanıyor. Ne yapacaklarını bilemez bir hale geliyorlar.Kapıda bekliyorlar. Marş bitince herkes yerine oturuyor. Heyette yerini alıyor ve mahkeme başlıyor.
Gunler günleri, aylar ayları kovalıyor ve nihayet savunma sırası bana geliyor....
Heyecanla kürsüye çıkıyor ve suçlamaları red ediyorum. Yapılan işkenceleri ve zulümleri anlatıyorum.Tutanaklara geçen Tercüman ve Yeni düşünce gazetelerine manşet olan sözü söylüyorum.
"BİZ, KAZIKLİ VOYVODANIN YAPTIĞİ İNSANLIK DIŞI İŞKENCELERE VE ZULÜMLERE MARUZ KALDIK." Ben Kazikli Voyvodanin ipne olduğunu okumustum. Acaba savcıar ve ışkenceciler biliyorlarmıydı ? Nede olsa onlar Kazıklı Voyvodanın Türkiye versiyonlarıydı.
Daha sonra iftiracinin iftiralarına geliyorum ve 26 ağustosta faili Pol-Derli polisler olan olaylara değiniyorum. O olayları tertipleyen,azmettiren olduğum ileri sürülen iddialara cevap veriyorum. Sayın başkan, sayın mahkeme heyeti; bahsedilen olayların olduğu tarih olan 26 Ağustos1980 salı günü, ben Muhammet Doğan olarak Kdz. Ereğlide Erdemirde staj yapıyordum. Staja sabah 08.00 de başlıyor ve saat 18.00 de iş yerinden ayrılıyorum. Bu sabah 08.00, öğlen12.00 -öğlen başlangıcı 13.00 ve aksam18.00 de çıkış imzalarım ile sabittir. Hakim Vural Özenirler ve heyet can kulağı ile dinliyor. Savcıların hepside önlerine bakıyor. Fahrettin Demirağa bakıyorum. Göz göze gelip bakışıyoruz..Gozlerimle ve mimiklerimle sana nasıl geçirdim diye baştan aşağı süzüyorum. O ise elindeki kalemi kemirmekle meşgul.Savcinin büyük umutlar bağladığı iftiracı Mu...n Po..t kozunu elinden alıyor ve yerle bir ediyorum. Salondakiler ve sanık ülkudaşlarım sevinc içinde nefes alıyorlar. Savcının iddianamesi büyük yara alıyor. Avukatların gözleri ışıl ışıl. Bana gülümsüyorlar. Artik iddianamenin zaten olmayan güvenirliliğide sona eriyor. Tahliyemi isteyerek yerime doğruluyor ve bütün tutukluların yaptığı gibi çeketim ilikli olarak Basbuğumuzu başımla selamlıyorum. Göz göze geliyoruz ve oda gülümseyerek başı ile beni selamlıyor. Savunmamı beğendiğini ve memnun kaldığını gülümseyen yüzünden anlıyor ve emin oluyorum. Yürüyor ve yerime oturuyorum. Savcıların ve mahkemenin en ifrit olduğu şey, bu kadar işkence ve zulme rağmen bizlerin başbuğumuzu selamlamamız ve ona bağlıliğımızdı. İşte bunu anlayamıyolar vede anlamadıklarındanda bir türlü
hazmedemiyorlardı. Halbuki bu koca bilge adam mahkeme salonunda her duruşmaya geliyor ve bizleri terk etmiyordu. Biliyoruzki tamam,bitti dese anında bırakılacak. Evrenin ve konseyin tek şarti bu. Halbuki o pişman olan, çaresiz kalan, iskenceye dayanamayanlar ben yapmadım, Türkeş yaptı diye beni suçlayın diyebilecek kadar cesur, vefalı ve engin gönüllü bir BAŞBUĞ. Mekani Cennet olsun.
Aksama doğru mahkeme heyeti ara kararlar için içeriye çekiliyor. Tahminen 1 saat sonra heyet yerini alıyor. Mahkeme hakimi Vural Ozenirler kararları okuyor. Her zamanki olduğu gibi istenen tahliyelerin reddine dedikten sonra benimle ilgili olarak; sanık Muhammet Doğanın ileri sürdüğü iddialarla ilgili olarak kdz Ereğli Demir Çelik fabrikasından staj dosyasının ve işe giriş çıkış ıslak imzalarının istenmesine. Ayrıca Kdz. Ereğli Ankara yol ve ulaşım koşullarının istenmesi için kara yolları genel müdürlüğüne, devlet demiryolu genel müdürlüğüne ve devlet hava işletmeleri genel müdurlüğüne muzekkere yazılmasına oy birliğiyle karar verildi dedi. Duruşma haftaya bırakıldı. Biz yine A Blok Zemin 1-2-3. koğuşun yolunu tuttuk.
Mahkemede birgun sonra Blok cavuşu kapıya gelerek Muhammet Doğan diye seslendi. Koğuş kıdemlisi olduğum için koğuş işi için çağrıldığımı düsünüyordumki öyle olmadığını anladım. Koğuş işi olsa kıdemli diye çağrılırdim. Ben koşarak kapıya gittim ve tekmili vererek beklemeye başladım.Çavuşun hazırlan, eşyalarını topla gidiyorsun dediğini duydum. Nereye komutanım deyince kıdemli olduğumdan ilişkilerimiz iyi olan çavuş usulca B Blok tecrite gidiyorsun, savcılık emri deyince birgün önceki şovumun karşılığını almış oldum. Savcı Fahrettin Demirağ yine son dakika golünü atmıştı bana.Guya bizi cezalandıriyordu. Eşyalarımı topladım ve cezaevinde toplam 6 yılımin içinde yeralan 33 ay sürecek teçrit yani hücre maceram başlamış oldu. Tutsak olunca ha Koğuş ha hücre! Ne fark eder. Bedenimiz esaret altında olsada ruhumuz hür.
Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.
Devamı olacak. Bu hatıraları yazmamı teşvik eden Ali Erusta abimede çok teşekkur ediyorum. Bu dava uğruna abisini toprağa veren, kendiside öğretmenlikten men edilen, Mamak olmasada başka cezaevlerinde çok çile çeken ve hala aynı dava ruhunu taşıyan vefalı Ali Erusta başkanımızıda buradan selamlıyorum.
Mustafa Doğan
TEREF