Oguz Kagan Destanı ve Çingiz-nâme niteliğinde olan meşhur Han-nâme’yi incelediğimizde.

Bu gün, 11:54           
Oguz Kagan Destanı ve Çingiz-nâme niteliğinde olan meşhur Han-nâme’yi incelediğimizde.
Çingiz Han’ın büyük büyük annesi ve Buyan Han ’ın kızı Alan-koa, büyüyünce babasından ayrı bir çadır ister. Gece olup, evinde uyumaya başlayınca, çadırının tünlüğünden parlak bir ışık içeri girer. Bunun ardından onun kaldığı yere bir kurt gidip-gelmeye başlar. Daha sonra Alan-koa kendini hamile bulur. Nihayet anlar ki, gece çadıra giren ışık içindeki kurttan gebe kalmıştır. Neticede kadın sırrını anasına söyler, ama kadın bunun neden kaynaklandığı hususunda kuşkulanır. Anası çocuğunu kontrol ettiğinde onun hâlâ kız olduğunu görür ve bunun İlahi bir şeyden geldiğine karar verir. İşte Cami’üt-Tevarih’e göre; Nirunlar, Alan-koa’nın doğurduğu çocuklar olup; bunlar asiller, Dürligin ve diğerleri de geriye kalan Mogollardır[68]. Bu meseleye ileride yeniden döneceğiz.
Bununla beraber Kazan Oguz-nâmesi’nde ise; Hz. Âdem ve Hz. İsa’nın da babasız dünyaya gelmeleri ve Çingiz Han’ın ataları anlatılırken, belki de bu suretle İslamiyete yaklaştrılması, ayrıca Bodun Çor’un yine bir kurttan neşet etmesi, birtakım Çingiz-nâmelerde sarı tüylü hayvan denilen varlığın, Kazan Oguz-nâmesi ve kullandığımız Anonim Çingiz-nâme’de açıkça kurt olduğu gözden kaçmamakla beraber Alan-koa’nın büyük ceddinin de Oguz Kagan gösterilmesi dikkat çekicidir.
Kadınların erkeksiz gebe kalmaları veya cinsi münasebet haricinde doğurmaları destanlarda ve halk hikâyelerinde sıkça görülen bir durumdur. Mesela Hz. Meryem’in babası olmadığı halde Hz. İsa’yı dünyaya getirmesi gibi. Tanrı’nın gönderdiği bir ışık veya kutlu bir varlığın aracılığıyla gebe kalma, evvelce de söz ettiğimiz üzere nur-aydınlık ve temizliğin bir karşılığıdır.
Bütün bu Çingiz-nâmelerde anlatılanların içinde mutlaka Oguz Kagan Destanı’nın izlerinin bulunduğunu sanıyoruz. Bunu şöyle bir hatırlayacak olur isek; “günlerden birgün Oguz Kagan Tanrı’ya yalvarmaktaydı. Karanlık bastı. Gökten bir ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oguz Kagan oraya yürüdü ve gördü ki; o ışığın içinde bir kız var. Yalnız oturuyor. Başında ateş gibi parlak bir beni bulunuyordu. Kutup Yıldızı gibiydi. Bu kız öyle güzeldi ki; gülse gök gülüyor, ağlasa gök ağlıyordu. Oguz Kagan onu görünce aklı gitti, sevdi aldı. Onunla yattı ve dileğine sahip oldu.
Kız gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Kün (Gün) adını koydular. İkincisine Ay adını verdiler. Üçüncüsüne de Yılduz (Yıldız) ismini taktılar.
Yine birgün Oguz Kagan ava gitti. Önündeki göl ortasında, bir ağaç gördü. Bu ağacın kovuğunda bir kız duruyordu. O da yalnız oturuyordu. Çok güzel bir kızdı. Gözü gökten daha gök idi. Saçı ırmak suyu gibi dalgalıydı. Dişi inci gibi idi. Öyle güzeldi ki, eğer yeryüzünün halkı onu görse; “eyvah ölüyoruz” der ve tatlı süt, acı kımız olurdu. Oguz Kagan onu görünce aklı gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi, aldı. Onunla yattı ve dileğine sahip oldu.
Kız gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Kök (Gök) adını koydular. İkincisine Tag (Dağ) adını verdiler. Üçüncüsüne de Tengiz (Deniz) ismini taktılar”.
Oguz’un eşleri ve çocuklarının dünyaya gelmesine benzer bir şekilde, ışık ya da nur motifi ni 8. asrın ikinci yarılarında Çin’de büyük bir Türk ayaklanması başlatan ünlü An Lu-shan’ın doğumunda da görmek mümkündür. Çince belgelerden yola çıkarak bu hadiseye baktığımızda: “Büyük Arslanlar (A-shih-te) ailesinin kadın kamlarından birisi sürekli savaşçı bir oğlan sahibi olmak için Tanrı’ya yakarıyordu. Dilekleri Tanrı katında kabul oldu ve bundan kısa bir süre sonra hamile kaldı. Nihayet doğum günü geldiğinde, beklenmedik bir anda çadırın tepesinden giren bir ışık her tarafı aydınlattı. Bu sırada kurt, kuş, bütün yabani hayvanlar uludu. Sanki onun doğumunu hep birlikte kutluyorlardı. Obada bulunan kamlar bunu gökteki birtakım olaylara yordular ve şans getireceğini söylediler.
Fakat o zaman onların yaşadığı yer Çin imparatorluğunun kontrolü altındaydı. Çinli görevliler bu hadiseyi duyduklarında hemen oraya vardılar. Tanrı’nın gönderdiğine inanılan bu çocuğun ortadan kaldırılması lazımdı. Çadırı kuşatarak içindekileri öldürmek istediler. Ama anne ve çocuk durumdan haberdar olunca oradan kaçtılar ve daha evvelki yıllarda buralara gelen Kök Türk kabilelerinin arasına saklanarak, ölümden kurtuldular. An Lu-shan ’ın annesi de Tanrı tarafından esirgendiklerine inanıyordu. Onu Tanrı’nın bir lütfu olarak gören kadın çocuğuna Batır /Urungu (savaşçı anlamına gelen Ya-lo-shan) adını verdi”.
Görüleceği üzere Oğuz-nâme ve diğer Türk destanlarında geçenler ile Çingiz-nâme’de anlatılanların arasında bir benzerlik vardır. Esasında burada vurgulanmak istenen Türk çocuklarına, dolayısıyla hakanlarına annelik yapan sütü temiz kadınların namuslarıdır. Kadın-erkek ilişkilerinde de sevgi ve saygının olması bir yana, ne geçmişte, ne de günümüzde Türk kadını sıradan bir kişi değildir. Tarihteki Türk kadınları her işi yapabildikleri gibi, erkeklerle mücadele edebilecek kadar da güçlüydüler. Türk sözlü edebiyatının muhteşem eserlerinden Dede Korkut Destanlarından “Kanglı Koca-oglu Kan Turalı Hikâyesinde”, Selcen Hatun’un Kan Turalı ile düşmanlara karşı savaşması; Banı Çiçek ve Beyrek’in aşkının anlatıldığı “Kam Börü Beg -oglu Bamsı Beyrek Hikâyesinde”, Banı Çiçek ile Bamsı Beyrek’in yarışmaları buna güzel birer örnektir. Bu durumu incelediğimizde, eski çağlarda da namuslarına son derece düşkün olan ve çirkin hareketlerde bulunmayan Türk kızlarının yanına yaklaşmak bile mümkün değildi, çünkü hepsinin kuşağında birer hançer mutlaka bunuyordu. Zaten yüz kızartıcı bir suçu işleyenin de cezası ölümdü.
Ayrıca 10. asrın başlarında Türk yurtlarında dolanan bir Arap olan İbn Fadlan , “zina eden kim olursa olsun, el ve ayaklarından bağlarlar; sonra o kişiyi balta ile ikiye parçalarlardı”, diyor. Bütün bunlar bize Türk aile ve içtimai hayatının ne kadar sağlıklı olduğunu göstermeye herhalde yeter.
Türk tarihinin ve kültürünün yine şaheserlerinden olan Dede Korkut Hikâyelerinin girişinde, hanımlar şöyle ayrılır: “Kadınlar dört türlüdür. Birisi evi yapan direktir, birisi soy kurutur, birisi doldurur, birisi de ne kadar uğraşsan işe yaramazdır. Evin dayağı odur ki, ovadan, yayladan bir misafi r gelse, yedirir, içirir, ağırlar, hoş tutup gönderir. O Ayşe , Fatma soyudur. Beyim, onun çocukları yetişsin, ocağına böyle kadın gelsin”.
Türkve dünya Tarihi
Prof. Dr. SAADETTİN YAĞMUR GÖMEÇ
Çingiz-Nâmeler Üzerine Bir İnceleme: Çingiz Han’ın Soyu ve Mogol Tarihinin İlk Devirleri.
Türk ve Dünya Tarihi












Teref.info © 2015
E-mail: [email protected]            Telefon: 051 933 93 21            Baş redaktor: Nurəddin (Xoca) İsmayılov
Məlumat internet səhifələrində istifadə edildikdə müvafiq keçidin qoyulması mütləqdir.