Yıl 1959, Şişli' deki bir köşk polis ekiplerince mühürlenir. Bu evde, ünlü bir armatör yaşamaktadır.
Bu gün, 08:54

Hikayeye gelince,
Saim isimli genç, Birinci Dünya savaşında,, Osmanlı, ordusunda yedek subay olarak görev yapmaktadır. Savaşta yaralanan Saim, hastahaneye kaldırılır. Burada yaralı başka bir asker ile çok iyi dost olurlar. Daha sonraki süreçlerde, Saim hayatı boyunca hiç evlenmez. Askerlik arkadaşının kendi adını verdiği oğlunu evlat edinmiş, onu en iyi şartlarda yetiştirmeye çalışmış, okuması için İsviçre 'ye dahi göndermiştir. Bütün servetini ve sahip olduğu tersaneyi ona bırakmayı düşünmektedir. Ancak Balat' taki tersanede çıkan bir tartışmada, manevi oğlunu tek kurşunla öldürür. Bu olay yaşandığında armatör Saim Birkök 76, ölen manevi oğlu Saim Gökoğlu 45 yaşındadır.
1960 yılının ilk aylarında, Prof. Mustafa Cezar, Türk resim tarihi üzerine yaptığı çalışmalar esnasında, Şişli 'de mühürlü bir evde, sanatsal değerinin yanında tarihi değeri de yüksek olan, kırktan fazla tablonun varlığından haberdar olur. Köşkün sahibi, resme meraklı bir sanat severdir. Ancak işlediği cinayetten dolayı Sultanahmet Cezaevinde hapis yatmaktadır. Profesör, tabloların fotoğrafını çekmek için hapishaneyi ziyaret ederek Saim Birkök 'ten izin alır. Mühürlü kapı, hakim eşliğinde açılır. Kapı aralanıp ışıklar yakıldığında, toz toprak arasından beş tanesi Osman Hamdi Bey' e ait olmak üzere kırk tablodan oluşan muhteşem bir kolleksiyon gün yüzüne çıkar.
Tabloların fotoğrafları çekilir. Sonra köşkün kapısı tekrar mühürlenir. Prof. Mustafa Cezar, çektiği bu fotoğrafları kitabında yayımlar. Böylelikle ilk defa Kaplumbağa Terbiyecisi isimli tablo gerçek fotoğrafı ile kamuoyunda yer alır.
1961 yılında kansere yakalanan Saim Birkök, durumu ağırlaştığı gerekçesiyle hapishaneden salıverilir. Kendi soyadını taşıyacak bir vakıf kurulmasını ve tüm mal varlığının bu vakfa aktarılmasını vasiyet ederek vefat eder. Tablo yirmi yıl sonra vakfa gelir sağlamak amaçı ile açık arttırmaya çıkarıldığında, Erol Aksoy' un eline geçecektir. Aksoy, tabloyu sahibi olduğu İktisat Bankası'nın koleksiyonuna dahil eder.
12 Aralık 2004 tarihinde koleksiyonda bulunan resme, bankanın batması nedeniyle TMSF tarafından el konulur ve tablo açık arttırma ile satışa sunulur. Müzayede başladığında, çekişme iki müze arasında geçmektedir. İstanbul Modern ve Pera Müzesi. Rakam o kadar yukarılara çıkar ki, son teklif için o günkü parayla 5 trilyon lirayı (tl'den altı sıfır atılmadan önce) gösteren teklif tutarı, müzayedede kullanlan elektronik tabelada yeterli hane olmadığı için yazılamaz. Kaplumbağa Terbiyecisi 'nin yeni sahibi Pera Müzesi olur. Ödenen 5 trilyon, Türk resim sanatı için bir rekordur. Bu yüksek ücret, tablonun ününe ün katar.
Günümüzde, sokaktaki vatandaştan profesörüne, üniversite öğrencisinden ev hanımına kadar herkesin bildiği bir yapıta dönüşür, Osman Hamdi Bey 'in Kaplumbağa Terbiyecisi. Türkiye'nin bir nevi Mona Lisa' sı haline gelmiştir. Aslında Kaplumbağa Terbiyecisi 'nin birde ikizi vardır. Osman Hamdi Bey, birçok oryantalist ressam gibi beğendiği tabloyu 1907 yılında bir kez daha yapmıştır.
Şimdiye kadar anlatılan, 1906 yılında yapılan ilk tablonun hikayesidir.
İkinci çalışma ise bir şekilde Londra' ya gitmiştir. Erol Simavi 1984 yılında bu resmi 100 bin dolara satın alır. Halen Belma Simavi 'nin koleksiyonunda bulunan tablo, Sakıp Sabancı Müzesi'nde sergilenmektedir.
İki resim arasında ki farklar ise, kaplumbağaların sayıları ve yerleri, duvarda asılı olan Allah ve Muhammed yazılı tablo, yerde duran vazo ve pencere kemeridir.
Peki, sahiplerine pek hayırlı gelmediğ iddia edilen tablo bize ne anlatır.
Tabloda gördüğümüz erkek figürü Osman Hamdi Bey 'in kendisidir. Çoğunlukla resmini çizeceği ortamda, doğuya özgü kıyafetler giyip kendi fotoğrafını çektirdiğini ve ardından bu fotoğrafa bakarak resimlerini yaptığını biliyoruz. Kaplumbağa Terbiyecisi de bu şekilde gerçekleştirilmiştir. Tablodaki mekan, Bursa' daki Yeşil Cami olup, Osman Hamdi Bey çizime burada başlamış, daha sonra çekilen fotoğraf yardımıyla tabloyu kendi atölyesinde bitirmiştir.
Tablonun bize söylediklerini, anlamak için resmi incelediğimizde,
Kırmızı kaftan giymiş, derviş kıyafetleri içinde sakallı, kambur yaşlı bir adam görürüz. Adam, bakımsız bir odada, marul yiyen kaplumbağalara bakarken, biraz düşünceli, karamsar ve yorgun bir bakışa sahiptir.
Sırtında bir nakkare (yarım küre biçiminde küçük bir davuldan oluşan vurmalı bir çalgı, Mevlevi müziğinin dört temel çalgısından da birisi) asılı ve buna bağlı mızrap (nakkareyi çalmaya yarayan nesne) boynundan aşağı sarkmıştır. Ellerini arkasında kavuşturmuş, bir Ney tutmaktadır. Peki, kırbaç değil de neden Ney? Anlaşılan kaplumbağaları Ney üfleyerek, Nakkare çalarak yani musikiden yararlanarak terbiye etmeye çabalamaktadır.
Ancak yaşlı adamın Ney 'i tutuşuna daha dikkatli bakacak olursak, Ney' i üfleme hazırlığında değil, sanki vazgeçmiş, çabaları sonuçsuz kalmıştır. Bize verilmek istenen mesajın ne olduğunu doğru yorumlamak için, Osman Hamdi Bey 'in hayatı hakkında biraz bilgi sahibi olmak gerekir.
Osman Hamdi Bey, ilk Türk arkeoloğudur. Dünyaca ünlü İskender Lahidi' ni bulan ve İstanbul 'a getiren kişidir. Çağdaş Türk müzeciliğinin öncülerindendir. İstanbul Arkeoloji Müzesi' nin kurucusu ve ilk müze müdürüdür.
Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'ni yani Güzel Sanatlar Akademisi 'nin kurucusudur. Ayrıca modern anlamda ilk Türk ressamlarından birisidir ve Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressamdır.
Bu durumu Emre Caner bir romanında şöyle açıklamıştır :
"Osman Hamdi hayatı boyunca kimsenin bilmediği meslekler yapmıştı. Ressam olmuştu en başta. Sonra müze müdürü. Bir arkeolog. Ardından da Güzel Sanatlar Akademisi müdürü. Onun kaplumbağa terbiyecisinden bir farkı yoktu aslında.
Osman Hamdi Bey, tüm bunları, sanatı ve sanatçıyı önemsemeyen, antik eserlere hiç değer vermeyen bir toplumda başarmıştı. Devlet kurumları hatta toplumun kendisi, sürekli ona yeni engeller çıkarmış, değişime, modernleşmeye direnmişti. İşte tablodaki, kaplumbağalar, devletin hantal işleyen bürokrasisi ve değişime direnen, ağır aksak ilerleyen toplumun kendisiydi. Yaşlı dervişin ise kendisi olduğunu belirtmiştik. Bütün bu duruma kızan Osman Hamdi Bey, tablosunda derviş de olsa sabrının bir sonu olduğunu ifade etmeye çalışmıştır.
Osman Hamdi Bey 'in, bu tablo yapılırken nereden esinlendiği de ortaya çıkmıştır. Bunun için Fransız Le Tour de Monde' nin 1869 yılındaki bir sayısında çıkan gravürü incelemek gerekir.
1869 yılında Bağdat Valisi Mithat Paşa 'nın hizmetinde çalışan babasına gönderdiği mektupta, Le Tour de Monde dergisini severek okuduğundan bahseden Osman Hamdi Bey' in bu dergideki çalışmadan esinlenmesi gayet olası görünmektedir.
Kaynak : Buğra Derci, Bütün Dünya Dergisi, Başkent Üniversitesi Kültür Yayını, sayı 2016/05, syf 109-113
Ismet Yıldırım
TEREF