UĞRUNA NECƏ BİLİM İNSANININ ÖLDÜRÜLDÜYÜ KİTAP - DİVÂN-Ü LÜGAT-İT TÜRK

Bu gün, 12:08           
UĞRUNA NECƏ BİLİM İNSANININ ÖLDÜRÜLDÜYÜ KİTAP -
Az buçuk mürekkep yalamış her Türk vatandaşı Türk dünyasının bilinen en eski Türkçe sözlüğünün Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmış olan Divân-ü Lügat-it Türk olduğunu bilir.
Bu eser iki amaçla yazılmıştır:
1- Araplara Türkçeyi öğretmek
2- Türkçenin Arapçadan daha üstün bir dil olduğunu kanıtlamak.
Ancak yine bu eserle ilgili olarak bilmediklerimiz bildiklerimizden çok daha fazladır.
Meselâ pek çoğumuz bu eserin ilk yazıldığı günden bu güne kadar bilinen tanınan bir eser olduğunu zanneder. Oysa değil!
Evet...
Türk Dünyası bu eserin varlığından haberdardır; ancak esere, 1914 yılına kadar herhangi bir yerde rastlamak mümkün olmamıştır.
Yani bizler Türk Dünyası olarak 1914’e kadar Kaşgarlı Mahmut'un Divân-ü Lügat-it Türk adlı bir lügat (sözlük) yazdığını biliyorduk; ama bu tarihe kadar bu eseri eline alıp okumuş ‘’Ben bu kitabı falanca yerde gördüm.’’ demiş bir Allah’ın kulu yoktu!..
1914 yılına kadar böyle bir kitap ortada yok idiyse bizler böyle bir kitabın varlığından nasıl haberdardık?
Bu kitabın varlığından başka kitaplar sayesinde haberdardık.
Meselâ Divân-ü Lügât-it-Türk’ten ilk söz eden Antepli Aynî diye de tanınan Bedreddin Mahmud’dur. ‘’İkdü’l-Cuman fi Tarih-i Ehli’z-Zaman’’ adlı eserinin birinci cildinde Kâşgarlı Mahmud’un eserinden yararlandığı görülmektedir.. Daha sonra Kâtip Çelebi ünlü eseri Keşfü’z-Zünûn’da Divan-ü Lügat-it Türk’ü anmıştır.
Evet...
Türk Dünyasının çok merak ettiği bu kitap ortalarda yoktur!
Daha doğrusu aslında bir insanın evindeki kitaplıkta bulunan kitaplar arasındadır. Bu kişi de zamanın eski maliye nazırlarından Nazif Bey’dir.
Nazif Bey kitabın değerli bir kitap olduğunun farkındadır ama ne kadar değerli olduğunun farkında değildir. O sebeple kitabı ölmeden önce yakını olan bir kadına hediye eder ve ona der ki: ‘’Bu kıymetli bir kitaptır. Başın sıkışınca bunu satabilirsin. Ama 30 liradan aşağıya satma.’’
Bir zaman sonra kadın paraya sıkışır ve kitabı alıp Bayezıt’taki Sahaflar çarşısına götürerek Burhan adlı bir sahafa bırakır ve ‘’Bunu benim için sat. Sen kaça satarsan sat bana 30 Lira ver yeter.’’ der.
Aradan biraz daha zaman geçer.
1914 Yılın başlarında Türk Kütüphaneciliğinin babası Ali Emirî Efendi her zaman olduğu gibi sahafları dolaşmaktadır ‘’Yeni bir kitap düştü mü?’’ diye. Burhan Bey’in dükkanında Divân-ü Lügat-it Türk’ü görünce heyecan ve mutluluktan adeta kalbi duracak gibi olur ve uzatmayalım efendim 30 Lira kitap için 3 Lira da Sahaf Burhan Efendiye komisyon ücreti olarak toplam 33 Liraya kitabı alır.
Daha sonra Ali Emirî yeni edindiği bu kitabı sağda solda anlatmaya başlar:
‘’Bu kitap değil, Türkistan ülkesidir…
Türkistan değil bütün cihandır.
Türklük,Türk dili bu kitap sayesinde başka bir parlaklık kazanacak. Arap dilinde Sibeveyh’in kitabı ne ise bu da Türk Dilinde onun kardeşidir. Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır.
Bu kitaba hakiki kıymet verilmek lazım gelse cihanın hazineleri kâfi gelmez…
Bu kitapla Hz. Yusuf arasında bir benzerlik vardır.
Yusuf’u arkadaşları birkaç akçeye sattılar; fakat sonra Mısır’da ağırlığınca cevahire satıldı. Bu kitabı da Burhan bana otuz üç liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığında elmaslara, zümrütlere vermem…’’
Haber kısa sürede önce İstanbul’da sonra tüm Osmanlı ülkesinde ve nihayet Türk topluluklarında duyulur ve büyük heyecana sebep olur.
Asırlardır bilinen ama kimsenin görmediği Divân-ü Lügat-it Türk nihayet bulunmuştur.
Ziya Gökalp başta olmak üzere pek çok Türkçü bu kitabı görmek ister lakin Ali Emirî Efendi hiç kimseye göstermez.
Yine de eninde sonunda birilerine göstermek zorundadır zira kitap oldukça dağınıktır. Acaba elindeki kitap Divân-ü Lügat-it Türk’ün tamamı mıdır yoksa eksik bir kitap mıdır? Bu sorunun cevabını verebilecek tek kişi Kilisli Muallim Rıfat Efendi’dir.
Kilisli Muallim Rıfat Efendi kitap üzerinde tam iki ay çalışır.
Formaları düzenler. Sayfalara numara koyar ve müjdeyi verir:
"Bu kitap noksansızdır.’’
Derken efendim olay meşhur Talat Paşa’nın da kulağına gitmiştir ve Talat Paşa bu eserin yok olmaması için bastırılmasını teklif eder. Sonuç olarak I. Dünya Savaşı yıllarında Divân-ü Lügat-it Türk, Ali Emirî
Efendinin isteği üzerine Kilisli Muallim Rıfat’ın editörlüğü ile bastırılır.
(Kâşgarlı Mahmud’un Divân-ü Lügat-it Türk’ü 25 Ocak 1072 günü yazmaya başladığı, 10 Şubat 1074 günü tamamladığı tespit edilmiştir.
Bu hesapça kitap ilk yazılıp tamamlandığı tarihten 840 sene sonra basılmıştır...)
Peki bitti mi hikâye? Hayır!
Dahası var...
Türk Dünyasının şaheseri olan Divân-ü Lügat-it Türk tabii olarak diğer Türk Dünyasında da sevinç ve heyecana yol açtı ve Türkiye dışındaki Türk ülkelerinde de bu kitabın yayınlanması için kollar sıvandı; ancak ne yazık ki her kim bu işe el attıysa maalesef katledildi.
Evet!
Türk Dünyasında ilk tercüme girişimi Azerbaycan’da oldu. Sovyet Bilimler Akademisi’nin Azerbaycan Şubesi, bu iş için Halid Said Hocayev’i görevlendirdi.
Hocayev, 1935-37 yıllarında bu görevi tamamladı; fakat Hocayev ve yardımcılarının başarısının mükafatı, ölüm oldu...
1937 yılında bu kez meşhur Uygur Çairi ve eğitimcisi Şair Muhammed Ali, Dîvân-ü Lügat-it Türk’ü Uygurcaya tercüme ettiği için katledildi ve bütün çalışmaları yakıldı.
Bir diğer Uygur bilim insanı Kutluk Şevki, hac yolculuğu sırasında uğradığı İstanbul’dan Kilisli baskısını alarak ülkesine götürmüştü.
Bilim dünyasına hizmet için giriştiği bu çaba maalesef sonu oldu.
Uygurlar, 1944 yılında Şarki Türkistan Devleti’ni kurduklarında, ilk iş olarak Divân-ü Lügat-it Türk’ün tercümesi işine giriştiler. Bu iş için meşhur âlim İsmail Damollam görevlendirildi.
Birinci cildin tercümesi tamamlanmıştı ki, Rusya ile Çin anlaşarak Şarki Türkistan Devleti ortadan kaldırdılar ve İsmail Damollam öldürüldü.
Şarki Türkistan’ın Kızıl Çin tarafından işgal edilmesinden sonra Uygur bölgesinde Sincan Özerk Yönetimi kuruldu.
Kaşgar bölgesinin Valisi Seyfullah Seyfullin, maddî kaynak da ayırarak tanınmış şair ve tarihçi Ahmed Ziyaî’yi, Dîvân-ü Lügat-it Türk’ün tercümesi için resmen görevlendirdi.
1952-54 yılları arasında Divanın tercümesi tamamlandı ve Pekin’e basılması için gönderildi. Baskının giderleri de Kaşgar valiliği bütçesinden ayrılmıştı; ancak Pekin “karşı devrimcilik ve milliyetçilik” suçlamaları ile Ahmet Ziyaî’yi yirmi yıl ağır hapse mahkûm etti ve Ziyaî cezaevinde işkence altında can verdi, divanın bütün tercümeleri de yakıldı.
Yılmayan Uygurların bir
başka girişimi, 1960-63 yıllarında, Çin İlimler Akademisi Sincan Bölümü Müdür Yardımcısı Molla Musa Sayrani tarafından hayata geçirildi. Fakat hem Sayrani ve yardıcımları öldürüldü. Ayrıca tercümenin metinleri de yakıldı.
Uygurların Divan’a merakı bütün bu olanlara rağmen azalmamakta aksine artmaktaydı. Halkın ve aydınların yoğun isteği ile Dîvân-ü Lügat-it Türk, İbrahim Muti’in yönetiminde 12 kişilik komisyon tarafından tercüme edildi.
Bu tercüme ile Divan, 1981-84 yıllarında Urimçi’de 3 cilt halinde ve 10 bin nüsha basıldı.
Divân-ü Lügat-it Türk, Kazakistan ve Azerbaycan’da ise SSCB’nin yıkılışından sonra yayınlanabildi.
Kağan Aladağ
TEREF












Teref.info © 2015
E-mail: n_alp@mail.ru            Telefon: 051 933 93 21            Baş redaktor: Nurəddin (Xoca) İsmayılov
Məlumat internet səhifələrində istifadə edildikdə müvafiq keçidin qoyulması mütləqdir.