Türk Aləviliyinin Göytanrıcı Kodları

9-02-2017, 18:45           


Türkler tarih sahnesine çıkışlarıyla beraber birçok din ile tanıştılar. Manicilik, Budacılık, Nesturilik, Ortodoks ve Katolik Hristiyanlık, Musevilik ilk akla gelenlerdir. Günümüzde Doğu Türkistan'da halen Budacılığa inanan Sarı Uygur Türkleri vardır. Çeşitli Coğrafi bölgelerde yaşayan Türklerden Moldavya’daki Gagavuzlar ve Anadolu'da ki Karamanlılar Ortodoks’tur. Karaim ve Kırımçak Türkleri Musevi’dir. Günümüzde Orta Asya ve Sibirya’da Gök tanrı inanca sahip Türkler yaşamaktadır. Alevî-Kızılbaş-Bektaşî inancı, gizlilik ve içe kapanıklık özelliğinden dolayı birçok eski kültür ve din formlarının özelliğini sahiplenmiştir. Şamanizm, Budizm, Mazdeizm (Zerdüştlük), Brahmanizm gibi doğu kaynaklı kültürler en baskın figürlerdir. Yusuf Ziya Yörükan’a göre Anadolu Alevîliği isteyerek, şuurlu bir şekilde seçilmiş unsurların bir araya getirilmesi ile meydana gelmiş bir oluşum değildir. Yani ekletik değildir. Çeşitli amaçlarla veya bazı dâilerin özel faaliyetleri sonucunda geleneksel Türk adetlerine eklenmiş, bazen birbirine aykırı unsurlardan meydana gelmiş, sonra da İslamî kisveye büründürülmüş bir senkretizmdir.

Türk Alevîliğinin oluşumunda eski Türk adetlerinin etkisi

Eski Türkler; Budizm, Şamanizm, Lamaizm, Manizm, Zerdüştlük, Mecusilik, Sâbilik, Müzdekilik, Hurremilik, Merkunilik, Deysanilik, Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerini daha önce yaşamışlardır. Göktürkler zamanında Türkler tek bir tanrıya inanmışlardır. İbni Fazlan’a göre eğer Göktürklerden birisi bir zulme uğrar veya sevmediği bir şey görürse, başını gökyüzüne kaldırıp, "Bir Tengri” der. Bu Türkçede "Bir Allah” demektir. Türkler büyük topluluklar halinde İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Fakat köy, kasaba ve şehirlerde oturan Türkler İslamiyet’in gereklerini titizlikle yerine getirirken, göçebe olarak yaşayan kabileler şeklen kabul etmişlerdir. Kendi asıl dinlerinin birçok adet ve geleneğini yeni dinlerine uydurmaya gayret etmişlerdir. Mesela göçebe Türkler günün her saatinde erkek ve kadın bir arada bulunuyorlardı. Aralarında kaç-göç yoktu. İslamiyet’in haremlik-selamlık uygulaması ve "nikâh düşmeyen kadınlarla erkeklerin birbirlerini namahrem olması” uygulamaları onlara çok ters geldi. Ayrıca Türkler daha önce ibadetlerini müzik ve dans eşliğinde yapıyorlardı. İslamiyet’in bu konuda getirdiği yeni kurallar da onlara ters geldi. Bu yüzden eski din inanışları ve ibadet şekillerini muhafaza etmeyi tercih ettiler. Genellikle Irak’ta bulunan Rufaî Tarikatı mensupları, vücutlarına çeşitli delici ve kesici alet batırırlar. Ateşte yürürler ve kızgın aletleri tutarlar. Bunun gibi adetler, Türkler Irak’a gelinceye kadar yoktu. Tarikatın içine bu yenilikleri de Türkler sokmuştur. Anadolu’ya eski Türklerin akın akın gelmesi sırasında kurulan Yeseviyye, Safeviyye, Bektaşîyye, Haydariyye ve Bayramiyye gibi tarikatların, Eski Türklerden kalma birçok benzer yanları vardı. Başlangıçta eski Türk inanç, yaşam ve törelerini koruyan bu heterodoks yapıdaki tarikatlar; ocak, dedelik, Ayin-i Cem’de yapılan toplu, içkili, kadınlı erkekli dansları hep eski Türk kültüründen almıştı. Eski Türklerin Gök Tanrı (Gök-Tengri) dönemindeki ocak kültüne, beylik kurumuna, Şaman merasimleri sırasında dairevi şekilde oturup içki içmelerine ve Şaman danslarına bakılırsa, aradaki benzerlikler açıkça görülecektir. Yeni doğan bebeğin ve annesinin yanında üç gün üç gece beklemek adeti de ortak bir özelliktir. Buna karşın Eski Türklerde melek kavramı yoktur. Aynen Alevîlerde olduğu gibi, Eski Türklerde de meleğe inanılmaz. Çin kaynaklarına göre "Eski Türkler su ve ağaçlara kurban verirler” yani su kutsaldır. Su kutsaldır ve ona tapınma şeklinde meydana çıkan bu kült, aynı zamanda ondan korkma ve çekinme şeklinde kendini gösterir. İbn Fazlan’a göre Oğuzlar küçük ve büyük abdestten sonra temizlenmezler. Cinsel ilişkiden sonra yıkanmazlar. Bilhassa kış mevsiminde su ile hiç işleri olmaz. Oğuzların arasına tüccarlık ve diğer sebeplerden gelen yabancılar, onların yanında yıkanamazlar. Sadece geceleyin onların görmeyeceği şekilde yıkanabilirler. Çünkü Oğuzlar bu yabancılardan birini yıkanırken görünce, ona kızarlar ve "Bu adam bize sihir yapmak istiyor, çünkü suya giriyor” derler. O kişiden tazminat almadan onu bırakmazlar. Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de buna benzer adetler vardır. Yine Urenha-Tubalarda biri ölürse, ölüyü derhal çadıra çıkarıp, keçe veya deri ile örterler. Çadıra bir koyun getirip, bağlarlar. Koyun meleyene kadar beklerler. Meledikten sonra koyunu keserler. Bu adet yine bazı cem törenlerinden kurban edilecek koyunun dedenin huzuruna getirildikten sonra, bir işaret vermesi için beklenmesine benzemektedir. Koyun meleme, seğirme, işeme, pisleme ve çırpınma gibi bir işaret vermedikten sonra, dışarı götürülüp kesilmez. Eski Türklerde kadın büyük mevki sahibidir. Avlara, ziyafetlere, kurultaylara, ekonomik işlere katılırlar. Hakanın emirlerinin yürürlüğe girmesi için, hakan eşinin de imzası gerekir. Resmi toplantılarda eşi de hakanın yanında oturur (Yörükan 2005: 46-47). Kadın, pederşahî ailede olduğu gibi, harem dairesine kapanmış ve erkeğin cinsi duygularının oyuncağı haline gelmiş değil, onunla ortak ve eşit bir hayata sahiptir. Göktürk Yazıtları’na göre, Türk halk inancına göre insanın ruhu, öldükten sonra kuş yahut böcek şekline girmektedir. Bu yüzden ölen için "uçtu” derler. Batı Türklerinde, hatta İslamiyet’i kabul ettikten sonra bile "öldü” yerine "şunkar boldu” yani "şahin oldu” derler. Yakut Türklerine göre insan ölünce "kut” yani "ruh” bedeni terk ederek, kuş şeklini alır. Kainatı kaplayan "Dünya Ağacı”nın dalları üstüne konar. Yakutlarda ruh, hayvan şekline de girer. Moğol Kamı’nın kuş şekline girmesini sağlayacak kanatları vardır. Orhun Yazıtları ve Kaşgarlı Mahmud’un Divanı’nda cennet, "uçmak, uçmağ” terimi ile açıklanır. Alevî-Kızılbaş-Bektaşîler ise ölen kişi için "Don değiştirdi”, "göçtü”, "Hakk’a yürüdü” veya "Kalıbı dinlendirdi” denir. "Öldü” denmez. Alevîlikte kutsal sayılan bazı rakamlar, eski Türk kültüründe de kutsal sayılan rakamlardandır. 3, 5, 7, 12, 17, 24, 32 ve 40 sayıları, hem eski Türk inançlarına hem de Alevîlere göre de kutsal sayılır. Mesela Ebülgazi Bahadır Han ünlü eserinde şöyle demektedir: "Şimdi biz 12 çadırda kimlerin mevki işgal ettiklerini, kimin ne ülüş (kesilen hayvanın etinden pay) aldığını, kimin et doğradığını ve kimin atlar yanında kaldığını söyleyelim.”

Türk Alevîliğin'de Gök tanrı inancının etkisi

Rus entoloğu Barthold’a göre, avcılıkla uğraşan ve ormanlık yerlerde yaşayan kabileler Şamanlığa inanır. Türkler de çok eski tarihlerden beri Gök tanrıya inanmaktadırlar. Yine Uygur Abideleri’nden, Uygurların birçoğunun, aynen Oğuzlar’da olduğu gibi Gök tanrıya inandıkları görülmektedir. Çin kaynakları da bunu doğrulamaktadır. Bütün bunlar, Türklerin çok eskiden beri Gök tanrıya inandıklarını ve bağlı kaldıklarını göstermektedir. Gök tanrı inanıştaki Kam ile Alevî-Kızılbaş-Bektaşî inanışındaki dede ve baba arasında şaşılacak derece benzerlikler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: 1- Kamlık ve dedelik soydan gelen bir özellik taşımaktadır. Sonradan kam veya dede olunamaz. Bu sülalenin çocukları arasından uygun olanlar kamlık veya dedelik görevini devam ettirir. 2- Kamlar ve dedeler dini ibadetler esnasında benzer kıyafetler giyerler. 3- Alevî-Kızılbaş-Bektaşîler sadece dede önünde secde ederler. Eski Türkler ise sadece Kamın önünde secde ederlerdi. Kamlık ve cem törenleri arasındaki bazı benzerlikler şunlardır: 1- Töreni yöneten dinî önder bir posta oturur. Kamlar tören sırasında posta oturduğu gibi, dedeler de maddi değerinden ziyade temsil ettiği makam kutsal olan posta oturarak töreni yönetir. 2- Kurban kesilir. Kurban kesilmeden hem Kamlarda hem de Alevîlerde bir dini tören düşünülemez. 3- Törenlerde kadınlar ve çocuklar da erkekler ile bir arada bulunur. 4- Kam törenlerinde "arakı” (yani bildiğimiz rakı), cemlerde ise "dem” veya "dolu” niyeti ile rakı (nadiren şarap) içilir. 5- Kam törenlerinde evin içine üç kere arakı saçılır. Cemlerde ise canların üstüne "saka suyu” saçılır. 6- Kam törenlerinde Kamın dansı, cemlerde semah vazgeçilmez öğelerdir. 7- Kam törenlerinde davul, cemlerde saz (bağlama veya cura da olabilir) vazgeçilmez enstrüman öğeleridir. 8- Kam törenlerinde ateş yakmak ve sürekli canlı tutmak, cemlerde ise çerağ (mum veya kandil ) yakmak vazgeçilmez öğelerdir. 9- Hem Kam törenleri hem cemler gece vakti ve kapalı mekânlarda yapılır. Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerdeki Kamist kalıntılara ilk dikkat çekenler Fuat Köprülü ve Besim Atalay olmuştur. Köprülü; kuş inanışları ve Bektaşî velilerin kuş görünüşü altında kerametleri ve taş inanışları, su kaynaklarının kutsallığı, sakal kesmek ve sarkık bıyıklar bırakmak gibi noktalara dikkat etmiştir. Ayin-i Cem ve Kam törenleri arasındaki ilişkilere de işaret etmiştir. Ayrıca törensel şarkılar ve oyunlar, alkol ve uyuşturucu kullanmalar, kurban kesimleri, kadınların merasimlere serbestçe katılmaları, Alevî dedeleri ile Kamların ağızdan ağza dolaşan çok zengin halk şiirinin ve sözlü halk geleneğinin taşıyıcıları olmaları gibi ortak noktalar da çok önemlidir. Ziya Gökalp, kurşun dökme geleneğinin bize Kamlıktan kalma bir alışkanlık olduğunu söylemektedir. Kurşun su içine dökülünce meydana gelen bazı hatlar birer insan, sivri uçlar nazar, düz parçalar ise yürek manasına geliyordu. Gök tanrı inancı ile Alevîlik arasında ilişkiye dikkat çeken diğer bir bilim adamı ise Yusuf Ziya Yörükan’dır. Gök tanrıcılığın’in en önemli tanrısı Ülgen Ata’dır. Ülgen Ata’nın Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde karşılığı Hz. Ali’dir. Ülgen Ata’nın oğulları ve yardımcıları, Hz. Ali’nin oğulları ve 12 imamı temsil eder. Selman ve Kamber gibi Hz. Ali’nin yardımcıları, Ülgen Ata’nın yardımcıları yerine geçmiştir. Gök Tanrılardan olan Sarı Kızlar, Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde aynen bugüne kadar korunmuştur. Edremit’teki Sarı Kız Tepesi gibi yerler, Anadolu’da birçok yerde vardır. Büyük Tanrı Ülgen’in dört adet yardımcısı vardır: Yayık, Suyla, Karlık ve Utkucu... Bunların dördü de İyi Tanrılar grubundandır. Yayık, Şaman ayini sırasında gökyüzüne çıkmaya çalışan "kam”a rehberlik eder. Yani bu 12 hizmetteki "rehber”in görevini yapar. Suyla bu esnada gözcülük yapar ki bu da 12 hizmetteki "gözcü”ye karşılık gelmektedir. Utukçu ise Tanrı Ülgen’e kurban sunmakla görevlidir. Bu da 12 hizmetteki "kurbancı”ya denk düşer. Ayin sırasında "saçı” olarak "arakı” (rakı) kullanılır. Rakı, kurbanın canını göklere götürürken uygulanır. Bu bir çeşit kansız kurbandır. Cem ayini esnasında rakı (dem/dolu) içme geleneği de buradan kaynaklanır. Gök tanrı inanışında yer alan Ak Kızlar, Umay, Ana Maygıl, Ak Ene ve Ayzıt gibi varlıklar, cem ayininde yer alan bacılardır. Kam ayinlerinde kurban kesilmeden hiçbir uygulamaya geçilmez. Bunlar ve aşağıda verilecek olan daha fazla örnek, Gök tanrıcılığın Alevîleri ne kadar etkilediğini ispat edecektir. Kamlarda ve Alevîlerde ocağa ve ateşe tükürülmez. Ocaktaki ateş söndürülmez. Ocak içine bakarken esneyen insan çarpılır. Çünkü ocakta "ocak anası” vardır ve kendisine saygı gösterilmesini bekler. Alevîlerde aynı ocağa mensup olanlar evlenmezler. Bu adet Şamanlarda da vardır. Kamlarda da aynı boya mensup olanlar birbirleri ile evlenemezler.Burada Alevîlikteki ocağın yerini, ,Kamlıkta boy almıştır. Erkânda kullanılan değnek, talibin ikrar vereceği zaman boynuna takılan ve Horasan’dan gelen ip eki de kamlıktan kalmadır. Babürname’de "Boynuna ip taktı ve Tanrı’ya şükretti” denmektedir. Senelik merasim, kurban ve yoğ bugün de yapılmaktadır. Tahtacılar cenazeye giderken, cenazenin arkasından "Yoğ, yoğ” diye bağırmaktadırlar. Özbek saraylarındaki kımız içme törenlerinde hizmet gören görevliler arasında "pervaneci” isminde bir görevli bulunur. Yine Buryatlarda kamın ayini sırasında, şamanın göğe çıkışını temsil eden törende, bir huş (kayın) ağacı, göğe giden yolun girişini temsil eder. Buna "udeşi burhan” yani "kapı muhafızı, kapı ilahı” derler. Alevîlikte uygulanan cemlerdeki 12 hizmetliden birinin adı da budur. Altay Türklerinde de Tanrı Ülgen için yapılan kurban töreninde kam, tanrılara yalvarır ve merasimin başında "kapı ruhu”na başvurarak, tören sırasında rahatsız edilmemesini, kurban kesme işleminin hayırlı bir şekilde neticelenmesini ister. Buryatlarda her yıl "manevi temizlenme töreni” yapılır. Bu tören, Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerin "görgü cemi”ne benzer. Kam ve oğulları üç ayrı pınardan su getirirler. Bunu bir kazana boşaltır ve kekik, ardıç yaprağı, çam kabuğu ve kurban kesilecek tekenin kulağından birkaç tane kıl atarlar. Su kaynatılır, kesilen tekenin birkaç damla kanı suyun içine akıtılır. Manevi temizlenme için kullanılan bu suya "Tarasun” denir. Belli işlemlerden sonra manevi temizlenme işlemi tamamlanmış olur. Cemlerde ferraş (süpürgeci)’ın kullandığı süpürge ile Tarasun’daki manevi temizlenme sırasında kullanılan süpürge birbirlerine çok benzer. Buryatlarda kam kurban keserken, 9 tane yardımcısı vardır. Her yardımcının ayrı ayrı görevleri bulunur. Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde ise dede veya babanın 11 yardımcısı vardır. Pir, mürşit ve rehber makamlarını üst seviyede hizmetler olarak ayırınca, geriye 9 hizmetli kalır ki, bu da Buryatlardaki sayının aynısıdır. Tatarlarda kemik kırmak, bir bıçağı veya baltayı ateşe koymak, bir kamçıya dayanmak, yere süt dökmek ve çadırın eşiğine basmak yasak idi. Bu adetlerden cemde kesilen kurbanın kemiklerini kırmamak ve kapının eşiğine basmamak, aynen Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de uygulanmaktadır. Başkırtlar için turna kuşu kutsal idi ve bu kuşun düşmanla savaşırken kendilerine yardım ettiğine inanırlardı. Turna Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de kutsal sayılmaktadır. Dokuz Oğuzlara göre kayın ağacı kutsaldır. Kayın ağacı erkek, çam ağacı dişi olarak 5 oğul doğururlar. Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de kayın ağacı kutsal olduğu gibi, "tarik değneği” gibi bazı dinî aletler de kayın ağacından yapılırlar. Oğuzların 24 boyu olduğu için, 24 sayısı kutsal sayılır. Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de 24 sürek, 24 nakip, 24 masum-u Pâk kavramlarında görüldüğü gibi 24 sayısı kutsal sayılardandır. Eski Türkler dini merasimlerde dört mevsimde dört kurban keserlerdi. Bu kurbanlar koyun, horoz, köpek ve Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de dört mevsimde dört büyük tören yapılır ve kurban kesilir. Fakat köpek ve domuzun yeri değişmiştir. Fakir aileler bunların yerine rakı ve yumurta kullanmaktadır. Anadolu’daki Tahtacılarda cem töreninde içilen içkiye "dolu” adı verilir. Aynı şekilde Orta Asya Şamanlığında da Bay Ülgen’e "tolu” adı verilen kansız kurban sunulmaktadır. Ayrıca Tahtacılar musahiplik töreni esnasında "Tercüman Kurbanı” isimli bir kurban keserler. Bu kurban eski Türklerde uygulanan "tayılga” kurbanına benzemektedir. Tayılga kurbanında at kurban edilmektedir ve at kesilmek değil, kalbine bıçak sokulmak suretiyle öldürülür. Ama bu tören akşam vakti uygulandığı için, Tahtacıların Tercüman Kurbanı’na benzerlik göstermektedir. Hem Kamanlıkta hem Alevîlerde kurban kesildiği zaman: 1- Kurban töreni sırasında dualar okunur… 2- Kurbanın kanı yere akıtılmaz… 3- Kurbanı sadece görevliler pişirir, başkası yaklaşamaz… 4- Kurbanı sadece o toplumun üyeleri yiyebilir… 5- Kurbanın kemikleri kırılmaz. Eklem yerlerinden kesilir… 6- Kurbanın kemikleri, sakatatı, artıkları ve derisi tenha bir yere gömülür… Bulgaristan’da bulunan Amucalar’da uygulanan kurban ritüelleri, Şamanizm’de yapılan kutsal kurban törenleri ile aynıdır. Muğla yöresi Tahtacıları; ölü yıkanıp, kefenlendikten sonra ölünün elbiselerini bir torbaya koyarlar ve tabutun içine bırakırlar. Bunun sebebi ise, öbür dünyadaki ölüler kendisine "Niye elin boş geldin?” diye sorarlarmış. Diğer bazı Alevîlerin ölüyü elbisesi ile gömmeleri ise yine aynı sebepten kaynaklanmaktadır. Bunlar da yine eski Şaman adetlerindendir. Aydın yöresi Tahtacıları ise, loğusa birisi ölürse, mezarını 40 gün açık bırakırlar. Bu gelenek, Erzurum yöresindeki bazı Alevîlerde de vardır. Bu adet, eski Şamanist geleneğinden kalma bir adettir. Aydın Tahtacıları, loğusayı korumak için bir ip veya beze 20 düğüm atarlar. Sonra bu 20 düğümü tekrar çözerler. Böylece loğusayı koruduklarına inanırlar. Ayrıca loğusanın başına kırmızı bağlanır. Alevîlikte düşkünlük vardır. Daha önce belirlenmiş bazı ağır suçları işleyen kimseler düşkün sayılır ve toplumdan dışlanırlar. Moğollarda da benzer adet vardır. Kurban merasimine aynı kabileden olanlar katılabilirdi. Ağır suç işleyenler bu kurban merasimine katılamazdı. Kurban merasimine kabul etmemek, o kişiyi kabile topluluğundan kovmakla eşdeğerdi. Oğuzlarda da zina etmek diye bir şey yoktu. Böyle bir suç işleyen birisi olursa, onu iki parçaya bölerlerdi. İdil Bulgarlarında da erkekler ve kadınlar birbirlerinden kaçmazlardı. Hatta nehirde bile beraber yıkanırlardı. Buna rağmen zina görülmezdi. Eğer içlerinden birisi zina edecek olursa, yere dört adet kazık çakıp, ellerini ve ayaklarını bu kazıklara bağlarlardı. Sonra o erkeği veya kadını boynundan başlayıp, uyluklarına kadar iki parçaya ayırırlardı. Hırsızlık ve oğlancılık yapanları da öldürürlerdi. Zina suçu Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde çok ağır bir suçtur. Her ne şekilde olursa olsun, bu suçu işleyen birinin işi bitmiş ve düşkün sayılırdı. Tahtacılar ise zina edeni yakmak sureti ile cezalandırırlardı. Mersin Tahtacılarından birisinin oğulları tarafından çam ağacına bağlanarak, yakıldığı çok meşhurdur. İzmir’in Hortuna köyünden ve Karatekili Yörüklerinden olan Ahmet Ağa, gençliğinde böyle bir olaya şahit olduğunu anlatmıştır. Yine Aydın Söke’ye bağlı Sofular köyünde de zina yapan bir kadın çifte ile vurularak öldürülmüştür. 1970’li yıllarda Aydın’ın Kızılcapınar Köyü’ne seyyar sinema gelmiştir. Kızılbaş olan köy halkı "Çıplak ve öpüşme sahneli filmlerle çoluk-çocuğumuzun ahlâkını bozuyorsunuz. Hiç değilse bunu Ramazan Ayı’nda yapmayın” diyerek, sinemacıları köyden kovmuşlardır. Yani Eski Türklerde toplumsal ahlak nasıl sağlam ise, Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de aynen öyle sağlamdır.
Yücel TANAY
Gazeteci-Yazar

Ursad.org












Teref.info © 2015
E-mail: [email protected]            Telefon: 051 933 93 21            Baş redaktor: Nurəddin (Xoca) İsmayılov
Məlumat internet səhifələrində istifadə edildikdə müvafiq keçidin qoyulması mütləqdir.